Döndük bütün anlamları ardımızda bırakıp şüphemize sadık kalmak için. Döndük ha? Daha ne istiyoruz giderek?
Cenaze evine ziyarettik o hiç olmak istemediğimiz yanından tüm bu anlam yarışının ve kavram fenomenliğinin paradigmasından kurtulmak nihayet herkesten bir anlam koparırcasına ölmek için. Ve nihayet! Nesnel tanımlama bizi bir yerden alıp bir başka yere koyuyordu.
Onun bunun başı sağolsunlarımızın tedariksiz ezberi tıpkı bir düğün merasiminde çekilen halayın gelişine söylenen naif sözler gibi; mutluluklar dilerizdi. Oldu olacak kimse ne kadarını biliyorduyla belli belirsiz ya da itinayla kıpırdayan o dudaklarda kaşla göz arasında öteki hayat ciddiyetiyle işlenen görsel; "...El-Fatiha!" Secdesiz kıblesiz sessiz bir itinayla ellerimizin korosu oluyorduk küçücük daracık bir odada. Nefesimiz nefesimize karışacaktı sahiliğimizde. Bütün cüceliğimiz farzın eklem yerinde kırılıp gözlerle buluşmalı kimse kimseden şüphe duymamalıydı. Öte yandan dua çabucak bitmeliydi. Bir an önce çıkılmalıydı bu ayakkabı kalabalığından. Yüze kavuşturan da olacaktı ellerini her iki yana düşüreni de. Çünkü bir ciddiyetsizlik olacaktı bu lahmacunların arasına konacak salatada nasılsa insanın neticede bir organizma olmasını unutmaktan tecelli. Onu tüketen diğer organizmalar salatasız çoğalmazdı! Oldu olacak ya ayran?.. Hayat... devam edecekti bütüüüün izafiyetiyle.