Modern kent ve sinema aynı zaman diliminde 19. Yüzyılın sonunda kentsel bir keşif olarak ortaya çıktı ve kentsel deneyimleri hızlı bir biçimde değiştirmeye başladı. Bu durum sadece Paris Berlin Viyana gibi "modernliğin başkentleri"yle sınırlı olmadı. Sinema Bombay İskenderiye Kahire İstanbul gibi kentlerin deneyimlerine de yön verdi. Modern çağı önce tanımaya sonra anlamaya ve en sonunda da onu eleştirmeye yönelen pek çok önemli düşünür ve sanatçı sinemaya bu nedenle ilgisiz kalamadı.
"Sinema geldi ve zindandan oluşma bu dünyayı saniyenin onda biri uzunluğundaki zaman parçacıklarının dinamitiyle paramparça etti; şimdi bu dünyanın geniş bir alana dağılmış yıkıntıları arasında serüvenli yolculuklara çıkmaktayız" diyen Walter Benjamin sosyolojik ve felsefi çalışmalarında film görüntülerinden yararlanan Siegfried Kracauer Berlin Alexander Meydanı romanını "sinematografik kurgu"ya meyilli bir formla yazan ve Berlinliler'in günlük yaşamında sinemanın ekmek kadar gerekli bir şey olduğunu hemen sezen Alfred Döblin şiir ve senaryoları ile "Bolşevik sinema"ya eşlik eden Mayakovski Paris gecelerinin sarhoş edici ışıkları ve sinemaları için "özel dergi" çıkaran şair Guillaume Apollinaire vs. modernliğin hem mekanizması hem "kahraman"ı olan kent ile sinema arasında bir ilişki kurmanın gerekli olduğuna inanmış bilinen ya da akla ilk gelen isimlerdir.
Proust Beckett Musil ve Kafka'nın edebiyatının Schönberg ve Mahler'in bestelerinin Picasso Dali Grozs'un tablolarının modern hayatı temsil edişi gibi Vertov Eisenstein R. Clair F. Lang O. Welles Antonioni Bergman Bunuel Yusuf Şahin Lütfü Akad Nuri Bilge Ceylan Zeki Demirkubuz'un filmleri de modern hayatın sıkıntılarını temsil etmiştir. Ayrıca nasıl ki modernliğin eleştirisine yönelen düşünürler ve sanatçılar sinemayla bir bağ kurmuşsa yukarıda adı geçen yönetmenlerin pek çok filmi de modernliğin sosyolojik psikolojik felsefi eleştiri anlayışlarına referans olmuştur.