Aşkın onarılmaz yarasından geçiyordum. Ahlar ağacının feryatlarının arasından. Kan revan güllerin saldığı baş döndürücü kokuların arasından kıvrılıyordum adanın sonbahar yaprakları ile kaplanmış yollarına... Deniz kokusu çimen kokusu belli belirsiz acı çığlıklar atan vapur sesi ile karışarak dökülüyordu gönlümün kıyılarına... Çıplak ayakların yapraklarda beliren gözyaşlarını öptüğü yerde kanıyordu mazi. Oysa ben bin dokuz yüz on altılı yılların ince parmakları ile nazenin dokunuşlarla duygularını tuvalin beyazlığında resmetmek için önce beyazlığın kirletilmesi gereken o yegâne bezin nakkaşına dokunacaktım. Kim bilir yine hangi rengine takılıp hangi çizimini sermaye ve nakkaşın ruhunu bahane edip ruhumdan söz açacaktım ki Yahya'ya takıldım.
Yahya...
Soluksuz mısraların şairi...
Nakkaşın kalbinin fatihi..."
Yahya...
Soluksuz mısraların şairi...
Nakkaşın kalbinin fatihi..."