Karşıya geçtim. Gerçekten de camında HİKÂYE TAMİRCİSİ diye yazıyordu dükkânın. Daha önce görmemiştim bunu. Vavvv! Ne iş? Hikâyenin tamircisi mi olur? Yoksa kahrolası piç kurusunun teki benimle dalga mı geçiyordu? Şadi pezevengi karısının kıçına kene olup yapışmasaydı kesin onun işidir derdim. Kapıyı ittim. Raflarda eski eski fotoğraf makineleri ve kameralar ve ampullü radyolar ve gramofonlar ve daktilolar... Masada ak saçlı nurani ihtiyar. Merhaba mı desem selamünaleyküm mü desem iyi günler mi desem pardon mu desem ne haber moruk mu desem... Demedim hiç birini. Şey -ilanı işaret ettim- onun için dedim. Gülümsedi. Fakat gülümsemesi nuraniyetini bozdu. Geç dedi. Tuncay Kurtiz sesiydi. Yeşil muşambalı pis sandalyeye oturdum. Hakikaten bu moruk burada ne haltlar karıştırıyordu? İtiraf: Biraz ürktüm. Otururken kapıyı da kolladım olası durumda... Gerçi moruğa çeyrek yumruk yeterdi ama...