Türkiye'nin yıkım sürecini sanat dünyasına egemen "aydınlatıcılara" dincileri de liberallere borçluyuz. Etnik ve dinsel delirium'un bir cehenneme çevirebileceği Anadolu'da felaketimizin sahiplerini alışılmış sağda aramayalım. Onların etkisi dar. Asıl "müsebbip" sola bulaşanlar arasındadır: Türkiye'yi sanatın ve sanatçının her türlü ileri sosyalist arayışı boğazladığı bir siyasal coğrafya haline getirenler pek bir demokrattır. Türk gericiliğinin başarısını Murat Belge'den Adalet Ağaoğlu'na Nedim Gürsel'den Orhan Pamuk-Elif Şafak-Ahmet Altan üçüzlerine onlardan da günümüz "Türk şairlerine" uzanan çok geniş bir hatta görmek zorundayız. Türkiye'ye diz çökertenler her biri diğerinden daha demokrat bir "sanatçı ordusu"dur. Klasik sağ bunları kullandı. Her biri sermayenin şu veya bu kolunun tetikçisiydi. Açıkçası Büyük Nâzım'a bakarak sanat dünyamızdaki tek tük devrimci çıkışları fazla abartmayalım. Türkiye'yi çökerten bu sermaye zihnini bu teknokrat nefreti açıkça itiraf etmek zorundayız: "Sanat ve sanatçılarımız" Türkiye Cumhuriyeti'nin ileriye doğru sıçramasını eşitlikçi ve özgürlükçü bir sol cumhuriyet halinde insanlık ailesi içindeki onurlu yerini almasını hiç istemedi. "Başarılı sanatçılarımız" böyle aşkın bir hedef güdenleri topa tutmayı hep en temel görevi saydı. Korkunç bir nefret karşısındayız. Türkiye'yi tarihsel bir meşruiyetin ürünü olarak gören ve onu sosyalist bir aşkınlıkla ileriye taşımak isteyenleri dinci milliyetçi veya demokrat gerekçelerle topa tutanlar bu cumhuriyeti ve kurumlarını 1923'ten itibaren "anomali" sayan devrim düşmanları karşısında öfkesiz mi kalmalıydık? Hesap soruyoruz.