Tasavvuf Cenâb-ı Hakkın iradesinin hayatın her aşamasında uygulamasının yani hâle tam olarak geçirilmesinin yanısıra İslâm'ın ihsan boyutu olarak tarif edilmektedir. Tasavvufun özü ise insanın kendini bilmesidir. İnsanın kendini bilmesinin en önemli tezâhürü de zikirdir.
Tasavvufta zikir kişinin benliğinden kurtulup evrensel benlikle var olma yoludur; Allah'a vâsıl olma iştiyâkıdır. Kişinin nefsânî arzularından kurtulup ebedî olana yönelmesidir. Zikir dirilmek ve hayat bulmaktır. Bu mânâda fenâ-bekâ düşüncesi tasavvufta üzerinde çok durulan iki kavramdır.
Fenâ benlikten nefisten kurtulma; bekâ ise kendi bütünlüğünü kazanıp evrensel benlikle bütünleşme olarak değerlendirilmiştir. Zikir insanın fenâ haline ulaşması için tarîkatların uyguladığı en önemli usüllerden biridir.
Zikir aynı zamanda tarîkat uygulamalarının en önemli unsurlarından birisidir. Tarîkatlardaki ilk derstir. Zikrin "lisanî zikir" "kalbî zikir" "toplu zikir" "semâ" "hatm-ı hâce" "darb-ı esmâ" "kayamî zikir" "deverân" gibi şekilleri tarîkatların meydana geliş süreciyle birlikte ortaya çıkmış hususlardır. Zikir ve mûsikî arasında da irtibat kurulmuştur. Dinleme mûsikî anlamına gelen sema Mevlevîlik tarîkatının zikridir. Ayakta dönerek icrâ edilir. Buna "Mukabele" de denilir.
Bugünkü şekliyle semâ sonraki asırlarda ortaya çıkan bir uygulamadır. Mesela"Hatm-i Hace" Nakşbendî tarîkatında kişinin şeyhin huzurunda oturarak icrâ ettiği zikirdir. Sessiz yapılır. "Büyük hatme" "küçük hatme" diye ayrılır. Râbıta ile başlar duâ ile sona erer. Gözler kapalı olarak yapılır. İntisâbı olmayan iştirak edemez. "Darb-ı Esmâ" ise Halvetîlerde icrâ edilen zikirdir. Bunun gibi tarîkatların farklı zikir uygulamaları olsa da hepsi özü itibariye birdir.
Rabbimiz (c.c.) insanın kendisiyle bütünleşme ve varoluş kazanma hakîkati olan zikrin ehemmiyetini "Siz Beni zikredin ki Ben de sizi zikredeyim" (Bakara 152) ifadesiyle beyan buyuruyor. Mevlânâ Mesnevî'sinde bu konuyla ilgili şöyle bir hikâye anlatır: Adamın biri her gece Allah'ı zikreder ve bu zikrinden de zevk almaktadır. Bir gece Şeytan ona şöyle vesvese verir: -"Bunca Allah demene karşılık Onun lebbeyk (buyur) demesi nerede? Böyle ne vakte dek "Allah" deyip duracaksın?"
Adam bu vesveseden üzülür eleme düşer başını yere koyup yatar. Rüyada Hızır (a.s.)'ı yeşiller giymiş olarak görür. Hızır ona:
-"Niçin zikri bıraktın? Zikretmekten niye vazgeçtin?" der.
-"Lebbeyk" sesi gelmiyor. Kapıdan kovulacağımdan korkuyorum"
-Senin "Allah" demen sana aynı zamanda "lebbeyk" denilmesidir. Senin o derde düşmen çareler araman kapıya kabul edilmendendir. Her Allah demende sana gizlice "Lebbeyk" (buyur) denilir."
Dolayısıyla insanın arayış içinde olması âh u fîgan etmesi ahh çekmesi zikredebilmesi hep Cenâb-ı Hakkın bir lütfudur. İnsan gidecek başka kapının olmadığını bilerek bu şuur içinde hayatını sürdürebilmelidir.
Bu kitapta tasavvufun en önemli mevzularından biri olan zikir konusu temelde tasavvufî bir bakış açısıyla ele alınmaya çalışılmıştır. Kitap; önsöz iki bölüm ve sonuçtan oluşmaktadır.
Birinci bölümde İslâm'da zikir Kur'ân-ı Kerîm'de zikir Efendimiz (s.a.v.)'in hayatında zikir tasavvufta zikir zikrin üç hâli zikrin önemi zikrin sürekliliği zikrin benlik inşâsına tesiri tefekkür zikir birlikteliği zikrin evrensel yönü zikrin sosyal-psikolojik yönü zikrin kuşatıcılığı dâimî zikrin önemi ve tesiri zikrin kişiliğin oluşumuna ve insan-ı kâmil olmaya tesiri zikir tefekkür ilişkisi zikir ma'rifet ilişkisi zikir vuslat ilişkisi zikir mekân ilişkisi zikir şükür ilişkisi zikrin diğer ibadetlerle münâsebeti gibi konular işlenmiştir.
İkinci bölümde ise farklı zikir uygulamaları başlığı altında hafî zikir cehrî zikir tevhid zikri gibi konulara temas edildikten sonra tarîkatlarda zikir başlığı altında Kâdirî Nakşî Rıfâî Kübrevî Sühreverdî Halvetî Gülşenî Mevlevî gibi tarîkatlarda zikrin farklı icrâ ediliş şekilleri ve farklı isimlendirmeler ortaya konulmuştur.