Son çeyrek yüzyıldır çok yaygın bir şekilde kullanılan küreselleşme kavramına değişik bakış açılarına göre bir takım farklı değerler yüklenmekte ve değişik tanımları yapılmaktadır.
Kimilerine göre küreselleşme ekonomik siyâsi sosyal ve kültürel değerlerin millî sınırlar dışına taşarak dünya geneline yayılmasıdır. Bu çerçevede küreselleşme ülkeler arasındaki fizikî ve ekonomik egemenliklerin törpülenmesi anlamını taşır. Bu anlamı ile küreselleşme farklı toplum kültürlerinin daha yakından tanınması; ülkeler arasındaki her türlü münâsebetlerin yaygınlaşması ve ideolojik ayrımlara dayalı kutuplaşmaların ortadan kalkması sonucunu doğuran kaçınılmaz bir süreçtir.
Kimilerine göre de küreselleşme Soğuk Savaş döneminden sonra Batı'nın zaferini yeni bir açılımla dünya geneline yaymasıdır. Bu yaklaşımı savunanlara göre küreselleşmeyi emperyalizmin günümüzdeki yeni yüzü olarak ifâde etmek mümkündür.
Küreselleşme olgusunu dünya ile birlikte Türkiye de yaşamaktadır. Bu süreçte Türkiye olarak etrafımıza görünmeyen duvarlar örerek dünyadaki gelişmeleri ve değişimleri yok farz etmek sorumsuzluğuna sâhip olamayız.
Küreselleşmeye üçüncü dünya ülkeleri refleksleriyle yaklaşmak Türkiye'yi hiç hak etmediği bir yalnızlığa sürükler. Dünyada içine kapanarak kendi dışındaki dünyayı ve aktörleri komplocu düşmanlar şeklinde görerek kalkınabilmiş tek ülke yoktur.
Dünyada yeni dengelerin kurulduğu günümüzde bu dengelerin kuruluşunu dışarıdan seyrederek bize biçilen rolleri kabullenmek yerine inisiyatif kullanarak kendi rolümüzü kendimizin tâyin etmesi geleceğimizin de güvencesi olacaktır. Kendi kaderine sâhip olmak dünyanın geleceği belirlenirken o sahnede ön plânda rol almakla mümkündür.
Bu büyük hesaplaşma içinde yapılacak şey millet olarak bizi biz yapan aslî değerlerimizi ve birliğimizi korumak millî kimliğimizden kopmadan kendi kültür târih ve medeniyet birikimimizle küreselleşen dünyada kendimiz olarak yerimizi almak ve yükselen küresel bir güç olarak varlığımızı güçlü bir şekilde devam ettirmektir.