Çocukken bize şehirden gelenlerin yanında taşıdığı başka çocuklar da olurdu. Onların elindeki oyuncaklardan üstlerindeki elbiselerden ziyade konuşmalarındaki eda dikkatimi çekerdi. Işıltılı şakır şakır bir Türkçe parıldayıp dururdu ağızlarında. Dilin insanı imrendiren mucizevi etkisiyle ilk o zamanlar karşılaşmış olabilirim. Daha sonra sadece Türkçenin değil duyduğum bütün dillerin bu cezbeden gücünü hissettim. İnsanın sessiz bir ortaklıkla dil denen mucizevi yapıdan daha büyük bir yapı inşa edeceğini düşünemiyorum. Sonra doksanların başından beri şiire şaire dair yazdığım bütün yazılarda aslında şiirden ziyade dil üzerine kalem oynattığımı ne yazarsam yazayım dilin çağrısından kurtulamadığımı dilden bana doğru kabaran sorulara cevap arayıp durduğumu fark ettim.
Bu bakımdan elinizdeki kitapta etrafında söz söylenen kavramlar ne olursa olsun dilin yüzeyde yahut derinde gizli bir tema olarak işlenip durduğunu gördüm.
Şiire dair açılan tartışmaların anlaşılır olmasının yolu büyük ölçüde dilden ne anladığımızı berraklaştırmaktan geçiyor. Her türlü yazıda dil sadece bir kurucu öge değil aynı zamanda varılmak istenen bir amaç olarak karşımıza çıkıyor. Kitabı oluşturan yazılar bir araya getirilirken metinlerin aynı yöne bakmasından ziyade nasıl bir dil toprağında boy attıkları benim için belirleyici oldu.