Güler yüzlü bir adamdı karşısındaki. Bu güne kadar onun gibi nazik birini hiç görmemişti. Odadaki herkes onu dinliyordu. Masanın önünde kendisiyle birlikte onu nereye getirdiğini bilmediği öfkesi yüzünden okunan annesi diğer tarafında ise işlediği çocukça kabahatleri yaptığı hırçınlıkları affedip kalbindeki tüm sevgiyi iyi niyeti sunmayı bekleyen bu adam vardı. Arkalarında yüksekçe bir platformun üzerindeki sandalyelere özenli bir sırayla dizilmiş halde oturan beyaz önlüklü masadaki bu adam kadar güler yüzlü sayılabilecek fakat ondan daha tedirgin ve meraklı bakışlar fırlatan anlam veremediği bir kalabalık vardı.
Bütün bakışlar üzerindeyken konuşmak ne zordu. Konuşmayı sevmediğini keşfetmiş olmalıydı iyi kalpli bu adam. O yüzden olsa gerek kendisine bir kâğıt ve bir kalem uzattı. Sonra sordu;
" En çok neyi seversin çiz bakalım" dedi.
Tıpkı bir antrenörün sporcusunun hedefe kilitlenmesini sağlamak için söylediği cesaret verici o tonlama vardı sesinde.
Aptalca bir iştahla;
"Kız resimleri çizmeyi" dedi çocuk.
"E hadi çiz de görelim merak ettim doğrusu"
Gündelik hayatında çoğu zaman kimse onu fark etmezken ilk defa birisi onun iç dünyasını merak etmiş ve bunu göstermesini istemişti. Önemsenmenin verdiği şaşkınlıkla omuzlarından dirseklerine kadar inen oradan da parmak uçlarına kadar yayılan çaresiz bir uyuşukluk hissetti. Fakat gözleri parladı çocuğun. Karşısında oturan adam biraz sonra kaleminden dökülecek çizgilerde tıpkı medyumların camdan kürelerinde sadece kendilerinin görebildiği sözüm ona bir takım gerçekleri soyut zekâsıyla yakalamak istercesine bakışlarını kâğıttan ayırmıyordu. İyiden iyiye yükselen güneşin nurlu ışıkları sahibini aylarca görmeyen sadık bir köpeğin onu gördüğü ilk andaki coşkusundan geri kalmayan bir inatla camda asılı tül perdenin desenlerini ittirip kendini bir an evvel içeri atma telaşındaydı. Şimdi güzel bir resim çizme vaktiydi.