Batı Kafkasya'nın yerli halklarından Çerkesler 1864'deki Büyük Sürgün'ün ardından Anadolu'ya adım attılar. Büyük savaşlar yaşayan felaketlere maruz kalan evleri ocakları yakılıp yıkılan Çerkesler yuvalarını anavatanlarını geride bırakıp yeni bir hayata uyum sağlamak zorundaydılar. Ancak nerede yaşamak zorunda kalırlarsa kalsınlar kültürlerini törelerini gelenek ve göreneklerini unutmamak kuşaktan kuşağa aktarmak için çaba harcamayı ihmal etmediler. Hafızaların tazeliğini korumak için anıların gücünden yararlanmak gerekiyordu. Bunun için hikâyeler anlatmak anlatılan hikâyeleri kaydetmek dolaşıma sürmek şarttı. Onlar da hiç durmadan hikâyeler anlattılar; hikâyeler de paylaşıldıkça büyüdü anlam kazandı.
Kafkasya'dan göç eden bir Çerkes ailesinin ferdi olan Erol Gergin de Haçeş Hikâyeleri'nde samimi bir dille kendisinin ve halkının hikâyesini anlatıyor. Köyünden aile büyüklerinden arkadaşlarından komşularından yola çıkarak Çerkes efsanelerine masallarına uzanıyor. Haçeş Hikâyeleri birbirinden ilginç portreler şaşırtıcı olaylar ve anekdotlar içeriyor. Kişisel anılarını halkının tarihine içkin kılmayı başaran Gergin Uzunyayla'ya Uzunyayla'da yaşamaya dair bir resim ortaya çıkarıyor. Misafir evi anlamına gelen haçeşine buyur ettiği okurları Çerkeslerin sosyal hayatı hakkında fikir sahibi olmaya çağırıyor.