Ellerim kalabalık; kemiklerim arasında ezikliğine boyun eğen hüznü gözlerime taşıyacak kadar bile gücüm yok... Sanırım yoruluyorum; kımıltısızı bir acıyken de yorulabiliyor insan en çok da böyleyken çoğalıyor yorgunluk. İlişkilerimdeki kan toplarını avucuma koyanların yüzlerinde bakıyorum kendime sonra koşa koşa verdiklerini biliyorum ve kendini korkutan bir rüya oluyorum böyle zamanlarda... Böyle zamanlar... Böyle zamanlar hiç bitmiyor; ne kadar unutmak istesem de olmuyor parmaklarımdan sızan kanla yeniden canlanıyor duvar diplerindeki çamurdan heykeller... Beni bana bırakmalarını istemiyorum; korkuyorum bundan çıldırmayı bile becerememekten korkuyorum. Kendime hiç tahammülüm yok; hiç tahammülüm yok onlardaki beni görmeye. Dünyanın her şeyi gören gözü olmak öyle zor ki; bazen dayanılmaz bir baş ağrısı bazen sinsice mideye dolan kramplar... Öylesine bencilim ki; taşıyamıyorum bencilliğimi; altından kalkamıyorum. Koca bir ömür ket vurulan gülümseyişler bile bile unutamayışlar ve keşfi tamamlanamayan bir kent var dudaklarının arasında... Yanılmak kalbinde büyütemediğin yanlış bir hece gibi; ama nerde yanılırsın nerde bitti nerde bu son dersin? Korkarım bunu hiçbir zaman yapamayacağım güvensizliğime güveniyorum en çok. Boynumu kollarına doladığım örümceğin hiç şansı yok oysa yine de mavi onun kanını ve üstünde yürüdüğü kılcal dokunun her milimetresinde kendi emeği üstelik ışık saçan kanı var. Nereye gitse bir kent kurabilir kendine ne çok da umutsuzluğundaki cesaretten doğar umudu... Heceler büyüdükçe gücünü kaybediyor gözleri bu yüzden ben hep susuyorum susuyorum; su-su-yo-rum.