"Bu duvarlar neden varlar Perihan? Neden bizi ayırıyorlar? Sonra bu kiriş ve pencereler neden var? Sonra bu az yanan gaz lambası bu kitaplar ve başımın üstündeki resmin neden var? Sen neden varsın Perihan hiç düşündün mü? Düşünme hiç sakın düşünmek akıllı işi değil. Düşünmek deli işi de değil. Düşünmek; ensesi kalınların kalburu yükseklerin işi. Düşünmek; çocuk öldürenlerin amerikanın israilin japonyanın çinin ve benzerlerinin işi. Düşünmek bizim işimiz değil. Zaten bunları geçelim konumuz değil. Sen şimdi o eskimiş yüzünle bana bakıyorsun ya o ay gibi parlayan gözlerinle halâ(hala kelimesinin ikinci veya birinci a harfinin üstüne şapka konuyor mu hâlâ bilmiyorum) çok canlısın. Bilmek istediğim bir şey var mı ya da ne kadar onu da bilmiyorum. Bu arada yada kelimesini bir önceki cümlede ayrı kullandım. Tarif cümlesinde de bitişik kullandım. Keşke her şey bu kelime gibi ayrılıp birleştirilebilse. Keşke o duvarlardan bana seslensen ve sesinin cihanı titretecek ihtişamı yüzünden bütün duvarlar yıkılsa. Önümüze gelen/gelecek/gelebilecek ne varsa yıkılsa Perihan."