Vicdan duygusunu kaybetmiş kirli bir dünya...
Adalet kavramını unutmuş bir ülke...
Acımasız ve despot bir yönetim...
Tanrı adına cinayet işleyen bir toplum...
Eşinin acımasızca öldürülmesine şahit olmuş ve ona halen tutkuyla âşık yetim bir adam...
Yıllar sonra soğuk bir yılbaşı gecesi eşinin öldürüldüğü gün ilaçlarını almasına rağmen gün boyunca tekrarlanan sanrıları geçmişin anılarıyla yüzleşmesi için onu eşinin öldürüldüğü yere Beyoğlu'na çağırır. Fakat ansızın gördüğü bir çift mavi göz ruhunda aşk tohumlarını tekrar filizlendirecek sıcaklığa sahiptir. O saatten sonra aşk şarabını içebilmek için gidilebilecek tek bir yer vardır. Çam ağaçlarıyla kaplı Tamara Köşkü... Fakat sanrıları onu yalnız bırakmaz ve her saat onu farklı bir gerçekliğin içine çeker.
Bu roman aşkın ikizleri arasında sıkışmış varlıkla yokluğu karıştıran unutulmuş bir meleğin hikâyesidir.
"Ne olursa olsun ister buna rüya deyin ister hezeyan hiçbir şey bu kadar gerçekçi olamazdı. Çıldırmaya yaklaşan bir insan bu kadar gerçek ve beş duyuyla algılanabilecek rüyalar görebilir miydi?"