" Hak-din" gökten inen suya benzer. Su gökten temiz duru ve (her toprağa) eşit olarak indiği halde toprağın bileşiminde bulunan unsurların rengi tadı kokusu vs.nin değişik olması; suyun tat renk koku vb. özelliklerini de değiştirir. O zaman suyun bazısı tuzlu bazısı tatlı bazısı kirli ve bulanık olur; bazısından faydalanılır bazısından faydalanılamaz. Bu yeryüzünün cevherlerinin farklı olmasının gerektirdiği bir zorunluluktur. Çünkü aslı ve özü bakımından gökten inen su tatlı duru ve temiz olduğu halde yere indikten sonra değişmektedir. Bir başka deyişle eğer su üzerine indiği toprağın durumuna göre değişmeseydi o zaman gökten indirilen suyun hepsi tatlı ve temiz olduğu gibi kendisinden faydalanılan su da tek tür yani sadece "tatlı- su" olurdu.
İşte "din" de tıpkı bunun gibidir. Yani Tanrı tarafından gönderilen ve vahye dayanan din "tek ve aynı din" olduğu halde insanların yeryüzünde farklı dil ve kültürlere sahip topluluklar halinde yaşamaları gönderilen dinin de farklı şekilde anlaşılıp yorumlanmasına ve amaçları aynı olmasına rağmen farklı fiillerle örneklenip yaşanılmasına; böylece o aynı zamanda Peygamberlerin ve şeriatların farklı olmasının da zorunlu hale gelmesine sebep olmuştur. Bu demektir ki semâvî dinler yani vahye dayanan büyük târihî dinler özü itibariyle aynı doğruluk ve geçerliliğe sahiptir. İşte bu Mâtüridî'nin açıkça ortaya koyduğu "İbrâhimî dinler"le sınırlı bir "kısmî çoğulculuk"tur.