Düğün günü pencereden ilk defa gördüğü damadı beğenmeyen gelin elindeki gümüş aynayı yere fırlatır ayna paramparça olur su dolu gümüş tas tahta döşemede ses çıkararak yuvarlanır. Babasının kendisine seçtiği damat ile evlenmek istemeyen gelinin acı dolu feryatları her yerden duyulur. Davullar susar düğün evi cenaze evi sessizliğine bürünür.
Beyaz gelinlik ile kırlara doğru koşan gelinin gözünden akan her damla yaş kan kırmızı gelincik çiçeği olur. Bir anda etraf uçsuz bucaksız gelincik tarlasına dönüşür. Kızının ardından giden baba rüzgârda dalgalanan gelincik tarlasının içinde gelincik çiçeğine dönüşen gelini arar.
Her adımda ayağının altında ezilen gelincik çiçekleri birer damla kan gibi toprağa karışır toprakta gelincik çiçeği yeniden açar. Hangi gelincik çiçeğinin kızı olduğunu anlayamayan baba gelincik çiçeklerini hoyratça koparmaya başlar elleri kan kırmızı gelincik rengine döner kopardığı gelincik çiçekleri hemen solar. Sesi rüzgârda kaybolur kızına bir daha ulaşamaz.
Her yıl aynı yerlerde kan kırmızı gelincik renginde açan çiçekler ince boyunları ile kendilerini zorla evlendirmeye çalışan babalarından saklanan gelincik çiçekleridir. Küçük gelincik çiçekleri hazin yaşam öykülerini sessizce rüzgâra fısıldarlar...