Hesabı ödedikten sonra ufak valizimi alarak kahvenin baktığı meydanın ortasındaki metroya doğru yürüyorum. Metronun derinliğine dalmadan önce son bir kez daha yüzyıllarca nice krala nice imparatora görkemini ve iktidarını hatırlatmış şimdiyse levhalarıyla parlak ışıkları mini etekli kot pantolonlu kadınları ve erkekleriyle egzoz kokan otomobilleriyle yanlış zamanda ve yerdeymiş duygusunu veren kente bakıyorum. Ama bu kenti sadece bu haliyle anımsamayacağımı onun hiçbir benzerliğinin olmadığı Anadolu'nun sürekli kılık değiştiren o bozkır metropolüyle beraber aklıma geleceğini biliyorum.
Yersiz yurtsuzlar. Cevaplanmayan telefonlar. Adressiz mektuplar. Gaz maskeleri. Sığınaklar. Harabe binalar. Yıkık dökük merdivenler... Son bir hevesle geçmişe dönenler bozkıra çıkanlar.
Valizdeki Mektup aidiyetsizliğin ve sevgisizliğin anlatıldığı buruk öyküler...
Menekşe Toprak Türkiye'den Berlin'e oradan Viyana'ya uzanan tozlu yolları bu yollarda savrulan hayatları anlatıyor. Arafta nefes nefese.