Kitapta eksik bıraktığım bir iki kelimeyi arka kapağa taşıyorum...
Eski (belki de her zaman) bir kabile geleneği olarak insan yeme eylemi anlamsèz bir şiddet eylemi değildir. Bazı kabilelerde bu eylem bir matem ve cenaze töreni yerine geçer. Brezilya'daki Wari kabilesi 1960 senesinde Brezilya hükûmeti müdahale edene kadar bu kabilenin kendi cenazelerine karşı bir tür hürmet yamyamlığı - reverential cannibalism sergiledikleri görüldü. Burada yamyamlığın bir zevk aracı değil bir itikadî uygulama ve vazife olduğunu görmek gerekir.
Peki bu düşmanını yeme dürtüsünün sebebi nedir?
Kısacanın da kısası Biz ve Onlar (ötekiler) çelişkisinin en derînleşmiş hâli ve somut sahnelenişidir. Her daim 'ölümcül düşmanlarımız' vardır. Birileri mutlaka bizim yamyaımızdır.
Birbirlerini yiyorlar deyiminin çok derinlerde bir yerlerde karşılığı var...
İşkence çilesinin uzatılması mühimdir! Burada kurbanın dayanma gücü ve cesareti sınanır. Bütün bunları yapan işkenceci aynı zamanda kurbanına karşı hürmetkâr nazik ve hattâ nüktedan olmalıdır. Direnişini beğenirse Allah onu yanına alır canını alır.
İnsan kanının (sıcak içildiği takdirde) çok faideli olduğuna dair bir inanış vardır. Eskiden hekîmler bunu tavsiye ediyorlardı bir gençleşme ve ölümsüzlük ve dahi iktidar aracı olarak. Bunun savunucuları ve uygulayıcıları arasında Francis Bacon Robert Boyle ve Charles II gibi yüksek konumlu insanları buluyoruz.
Yamyamlık tıbbı diyebiliyoruz. İnsan insanın ilacı oluyor.
Hep ve her zaman insanın insana iktidar dayatmasıyla karşı karşıyayız. Çok ciddî bir meseledir ve hiç değişmedi. O hâlde bu davranışı bir tabu yıkma olarak mı görmek gerekiyor? Tabu zaten yoktu ki egemenlerin halk ve zayıflar için yarattığı bir korku âletiydi ve hâlâ öyledir. Savcılar hâkimler devlet adamları ve askerler tabu yıkamazlar aksine tabu yaratırlar. Devlet tabular tapınağı oluyor.
Şiddet eyleminin siyasî boyutu olduğu kadar dînî bir kültürün de izleri vardır. İnsan yemek dînlerin yazılı olmayan prensipleri arasında önemli ve etkili bir yere sahiptir; iktidarı pekiştirme temelinde ele almak gerekir.
Neredeyse insanlık kadar eski olan bu cenazeyi her ân bir daha öldürme hâli necrophagia'dan da ölü yeme necrophilia'dan da ölü seviciliği daha berbat bir disanction ve ölü öldürme cinneti içinde Endor cadısını da yanımıza almış felaketlere doğru uçuyoruz.
Antik Yunan'da mezardan yoksun olan ölülerin huzura eremediği için ruhlarının şehirlerde dolaşıp insanlara musallat olduğuna inanılırdı.
Taşkışla sahnesi şöyle değerlendirmektedir: iktidar tarafından yok edilen bir beden onun halk üzerindeki gücünü gösterir fakat bu ölümün kayıtsız bırakılması devletin aslında yeni bir tarih yazma girişimidir. Yani Kreon'un Polyneikes'i mezarsız bırakma konusundaki ısrarı boşuna değildir onun politik otoritesini sorgulanamaz ve devamlı kılma konusunda atılmış bir adımdır. Antigone'nun eylemğinin onu rahatsız etmesinin sebebi de budur. Tıpkı Cumartesi Anneleri tarafından yapılan eylemler gibi Antigone'nun ölüyü gömmesi de politik bir orijine sahip olmamasına rağmen taşıdığı politik anlamla iktidarı rahatsız etmektedir.
Merak edenler Kreon'un akıbetini araştırabilirler. Cenazeleri öldürmek ve ortalıkta bırakmak basit bir provokasyondan öte devletin resmî siyasetidir. Artık Kreon'un kılıcı kınından çıktı nereye saplanacağını takip edelim görelim.