Plazadaki parlak kariyerini bırakıp çoğunluk kanaatine göre "düşey" bir transferle kafede çalışmaya başlayan ve bu hamlesiyle belki de pek çok kişinin aklından geçirip hayata geçiremediğini başaran Fulsen Türker birinci kitabı Garson ve Mutlu'nun ardından şimdi de Aşk Olsun'da hikayesini anlatmaya devam ediyor ...
Bir şehri bırakıp başka bir şehre göçmek aşık olmak gibi bir şeydi. Sadece göçmek de değil; yediğimiz içtiğimiz seyrettiğimiz her şeyin ama her şeyin özü aşktı. Doğada pazartesi perşembe ve cuma yoktu; onları biz uydurduk. Ama kış vardı bahar vardı. Doğamızda aşk vardı. Hayattaki her şey aşka benziyordu.
Burası Datça!
Yol üzerinde geçerken uğranabilecek bir kasaba değil son durak ...
Prototip insan hayatında mutlu son ... Ege sahilinde sakin bir hayat!
Fulsen Türker ikinci romanı Aşk Olsun'da gitmek isteyenler kalmak için diretenler gitmeyi başarmışken geri dönmenin yolunu arayanların oturduğu kalabalık bir şölen sofrasında göçü ve tersine göçü iç içe anlatıyor. Melisa kokusuyla çevrili ev yapımı likörler çintar mantarları envaiçeşit ot mezeleri ile taçlandırılmış sofranın başköşesinde ise kasabanın yerlilerinden on dokuz yaşında aykırı bir genç kız olan Figen oturuyor.
Aşk Olsun sadece İstanbul'dan Datça'ya bir yol hikayesi değil Figen'le Fulsen'in geçmişlerinden geleceğe kendi içlerine yolculuk ve bir varoluş hikayesi ...
"Bak Figenciğim ... Benim hikayem senin o beyaz dizilerde okuduklarına benzemez. Hem sen mutlu son seversin o da bizde yok."
"Mutlu son nerede duracağınla alakalıdır Fulsen abla. Misal ben romantik bir film izlerken işlerin kötüye gideceğini anladığım anda televizyonu kapatırım. Bu yüzden bütün hikayeler mutlu sonla biter benim için. Sen başla şimdi ben 'Dur' diyene kadar anlat ... Ama güzel güzel anlat. A§k masalı gibi ... "