Aynı acıları aynı mutlulukları ataları da yaşamıştı. Kendilerini medeniyetler çatışmasında değil buluşmasında gören biri Selanikli Türk diğeri İstanbullu Rum'du. Ne sürgünlere ne fırtınalara tanıklık etmişler... Gün görmüşler aç kalmışlar gülmüşler ağlamışlar... Aşkla üstesinden gelmişlerdi.
Özgürlük ve Aşk varsa başka şeye ne gerek...
"Seni dinlemeyeceğim... Çocuğu götürüyorum. Kendini toparla... Gel oğlunu al." demişti.
İstanbul'a 1997 yılında ayak bastığında dedelerinden duyduğu İstanbul'a değil de sanki Kavala'nın en yoksul mahallesine gelmişti. O trafik karmaşasından çıkan araç yoksulluk çağrıştıran sokakları geride bırakmış sahil yoluna sapmıştı. Boğaz'ın güzelliği karşısında büyülenen Yusuf'un gözyaşları dinmişti. Hele bindiği araba kocaman bir köşkün önünde durup da evin iki yana açılan kapısından fırlayan Aleyna'yı görünce Yusuf'un yüzü gülmüş garip bir şekilde kalbi çarpmaya başlamıştı. Daha o ilk görüşte sevmişti Aleyna'yı.