Şurası kesin ki etnik -olan ile estetik- olan arasındaki seçimi akılsal temelin ortadan kaldırılması dışında Kant'ın ödev ile eğilim arasındaki seçiminin bir kopyası olarak görebiliriz. Ve daha genel olarak Kierkegaard'ın bireyi Cogito'suz Cartesian "Ben"i andırır. Bu benzerlik Sartre'ın miras aldığı Husserl'in açık Cartesianismi tarafından pekiştirilir. Sartrecı insan akılsal ilk ilkelerin yerine kritersiz seçimlerin geçirilmesi koşuluyla bilgi teorisinde Cartesian insandır ve ethikinde Kantçı insandır. Evrenin akılsallığını garanti altına alacak hiçbir Tanrı veya doğa yoktur; ve yine aynı şekilde sahibolduğumuz bilgiyi ve ona sahibolma tarzımızı anlaşılır kılmak için zorunlu olan toplumsal olarak yerleşik ve kabul edilen kriterlerin oluşturduğu bir ardalan yoktur. Sartrecı insan Descartes'ın yapayalnız epistemolojik kahramanının mirasçısıdır. O halde varoluşçuluk bir dizi hata mıdır ve hepsi bu mu? Hepsi bu olsaydı bile varoluşçuluk değersiz olmayacaktı. Varoluşçuluğun paradoksu büyük varoluşçu sloganlardan birinin bir felsefi sistem inşa etme imkanını inkar etmek olması; büyük varoluşçulardan bir tekinin bile bunu yapmaktan kaçınamaması; ve onların hepsi için geçerli olmak üzere sistematik formun tam da onların yapacağını söyledikleri etkiyi yapması yani kendilerinin bireysel kavramsal içgörülerini aksi takdirde sahip olacaklarından daha az kabul edilebilir formlar halinde çarpıtmış ve tahrif etmiş olmasıdır.