"Ben Zare. Safkan bir Ermeni'yim. Gözlerimi Osmanlı topraklarında dünyaya açtım. Dolayısıyla çevremde kendi yakınlarım kadar Türkler de oldu. Onlarla aramızda saygı güven ve huzura dayalı bir ilişki vardı hep. Hatta birçoğunu kendi kanımdan insanlardan ayırt etmedim. Ayırt etmek ne demekti bilinmezdi ki! Kapı komşumuz Nazriye Ana'yı büyükannem Hacı Hakkı Ağa'yı büyükbabam gibi sevdim yıllarca. Dizlerinin dibinde oturdum kaç zaman. Onların çocukları da evimizden hiç çıkmazlardı. Bizim albenili kırmızı Surp Zadik yumurtalarımız onların nefis muharrem ayı aşureleri... Bizim Noel kutlamalarımız onların bayramları... Aynı gök kubbe altında birleşmiş insanlara seslendi yıllarca çan ve ezan sesi. Hiç rahatsız etmedi bir diğeri ötekini. Ta ki Birinci Dünya Savaşı'na kadar... Ermeniler ve Türkler düşmandı artık. Bir anda altüst oldu tüm yaşam. Her şeyimizi ve tüm sevdiklerimizi yitirmiş bir hâlde Nazriye Ana'mla yurdumuzdan ayrıldık."
Yıllarca bu topraklarda dostça yaşamış iki millet Türkler ve Ermeniler... Huzurum belirgin iki ırkı ele almış olmanın da ötesinde bu kavramları esasen sembolleştirerek tarafsızca dostluk mesajları vermeyi amaçlıyor. Savaşın sadece cephelerden ibaret olmadığını ispatlarcasına sivil hayatın da tüm yoksunluğunu etkileyici kurgusuyla ortaya seriyor.
Bir yere ait olamamanın acısıdır yüreğindeki istediğin tek şey bir parça huzurdur eskilerdeki gibi.