Resim sanatının yüzyıllarca gerçeğin bir benzerini hatta tıpkısını ortaya koyduğunu ve resmedilen her şeyin bir gerçeklik sergilediği iddiası fotoğrafın keşfiyle birlikte çökmüştür. Resim sanatının fotoğraf gibi aktarmacı bir ifadeye uygun olmadığını biliyoruz dahası bir öykünmeye dayandığını da söyleyebiliriz. Bunun başlıca nedeni konu ile güçlü bağlar kurma olanağına sahip ressamın resme konu olguların seçim ve yorumlanmasında yapıt ile kendi arasına hiçbir aygıtın girmemesidir. Oysa fotoğraf zorunlu şekilde ve mutlak olarak bir kameranın varlığına gereksinim duymakta dolayısıyla konu ile fotoğrafçı arasına giren çerçeve görüntüye bir sınır çizerek gerçekliği sınırlandırmaktadır.
Bir kompozisyonun gerçekleştirilmesi için bilinç tasarımları kadar düşsel eğilimleri uyaran içsel tasarımların rolüne de değinmek gerekir. Her iki arayış bize gerçek hayattan yansıyan şeylerin iyi ayıklanmasını ve bunun da tanımlanmış bir ışık durumunun yol göstericiliğinde verilmesi ile mümkün olduğunu ortaya koyuyor. Oysa bir konunun seçilmesine yol açan inanç bir takım karar ve beğenilerin yönlendirdiği göz ve bilinç sayesinde oluşmaktadır. Doğal olarak anlam arayışı da bu inancın karşıtlıklar benzerlik ve atışmalar yoluyla yarattığı dinamizmden doğmaktadır.
Elinizdeki kitap hakkında karar verilen bir gerçeğin gerçeklik niteliklerini yitirmesini temin etmek ve bir takım biçim ve anlam unsurları sayesinde bu gerçeğin bir çerçevede vücut bulmasına yol açan sanatsal düzenlemeleri daha iyi kavramak amacıyla hazırlanmıştır.