Birinci Dünya Savaşında birçok cephede savaşan Osmanlı Ordusunun mücadelesi fedakâr askerlerinin kahramanlığı ve vatanından binlerce kilometre uzaklara savrularak esir düşmüş askerlerin dramı anlatılıyor. Esarette kalarak ve vatan hasretinde yürekleri yanarak şehitlik mertebesinde ruhları hürriyete kavuşan esirler konu ediliyor.
Osmanlı askerleri; topların ayinine namluların işaretine ve her an ölümün tayinine karşın ince bedenlerini duvar yaparak ve canını ortaya koyarak mücadele etmişlerdi. Kimi de bir süre sonra düşmana karşı esir düşerek Dünyanın dört bir yanına savrulmuşlardı. Hayatlarının kısıtlandığı bilinmezin coğrafyasında kaderleri ile baş başa kalarak yürekleri yaralanmıştı. Uzun yıllar boyunca zamanlarını çürüttüğü ve yarınlarını söndürdüğü esaretin çelik telli pençesinde tutulmuşlardı.
Savaş esirinin yaşamı; depresyon kızgınlık endişe korku umutsuzluk içerisinde zihinlerini ve yüreklerini çivileyen hasret sancısı ile geçmiştir. Esirlerin birçoğu şüphesiz kaçma hayalleriyle yaşamını sürdürmüştür. Bu kamplardan gidemeyenler de bir süre sonra ölüm tezkeresiyle ruhları hürriyete kavuşmuştu. Vatanlarından binlerce kilometre uzakta kiminin taşlara kazılı isimleri şehitliklerde yer almaktadır. Birçoğu da bilinmezin yurdunda bir avuç mezardan mahrum kalarak; bina ya da yol altında coşkun suların bağrında ve karanlığın kafesinde kıyamete kadar isimsiz yiğit olarak meçhullerin sandığına kapanmıştır.
Bu esaret hikayesinin tarihi de az değildir. Esirler: 1911 Balkan Savaşından İstiklal Harbinin bitimine kadar olan bir savaşlar kuşağının evladı olarak tarih sahnesinde acıların lokmasını yutan hatıra olarak yer almışlardır.