Günlerden hangisiydi artık hiçbir fikri yoktu. Bildiği tek şey gece ve gündüzlerin ısrarla birbirlerini takip ettiğiydi. Hangi senede olduğunun veya kaç yaşına bastığını hesaplamayı da bırakalı ve ona ait takvimlerin aylar haftalar ya da günleri değil de sadece mevsimleri göstermeye başlayalı yıllar olmuştu. Sıcak yazın ardından gelen serinliği takip eden soğuklar ve ardı sıra havaların tekrar ısınmaya başlaması.
Adım neydi? Mukaddes mi? Cemile mi? Sultan mı? Serpil mi? Hülya mı? Gökçe mi? Sahi neydi adım? Diye düşünürdü bazen. Gittiği her şehrin genelevinde farklı bir isim kullanmıştı. Dönemin en şuh film artisti ya da şarkıcısı kimse onun adını almıştı. Neriman takma adını birkaç sene kullandıktan sonra Seher adını almıştı. Banu ismiyle de son bulmuştu şehir genelevlerindeki çalışma hayatı.
"Yazık olacak bu saçlara!" diyerek ilk makas darbesiyle tutup yukarı kaldırdığı kafasının ortasındaki saç yumağını kesiverdi. Kırkılmaya başlanmadan önce yere yatırılarak ön ve arka ayaklarına basılıp kafası da geriye ittirilen bir koyunun yerdeki çaresizliği içerisinde uysal ve hareketsizdi. Yeşil gözlerinden akıtmaya direndiği yaşların gözlerinde bıraktığı nemlilik yağmaya hazırlanan ama yağamayan yağmur bulutları gibi ağır ve karanlık gözüküyordu.
"Aslında hepimiz çalışma hayatımızın sonunda yılkı atları gibi serbest bırakılmıyor muyuz? Ya da tırnak işareti içerisinde sokaklara atılmıyor muyuz? Mesleğimiz işimiz unvanımız ne olursa olsun sistem artık işe yaramadığımıza kanaat getirdiğinde emekli edilip bir tarafa bırakılıyoruz. Sonrasında hayatımızın arta kalanına tutunmaya çalışıyoruz. Ya tutunacak kadar hayatınızın bir arta kalanı da yok ise? O zaman ne yaparsınız? Yazar bu eserinde yaşlılık nedeniyle sokağa bırakılan genelev sermayesi bir kadınının hayatından kesitler vererek onun arta kalan hayatının peşinden ısrarlı ama korkak ve kararsız gidişini anlatmaktadır. Bir solukta okuyacaksınız!"