Saat çalmadan uyandım. Tüm gece oyuncak kamyonla tüp dağıttık mahallede. Ağabeyim listeyi tuttu ben kapıya kadar teslim ettim. Uyandığımda hâlâ tebessüm
vardı suratımda. Sessiz soğuk betona adım atınca değil de aynada yüzümü görünce keder çöktü içime. Ne ara bu kadar beyazlamıştı saçlarım ne ara bu kadar hadise
olup bitmişti. Sokak lambalarından çöp kutularından kurumuş ağaçlardan ve yeni uyanan sarkık kuyruklu köpeklerden arta kalan şey bu sefer biraz umut.
Paslı kepengin ötesindeki dükkânda kimsenin tahayyül edemeyeceği bir miras bekliyor beni. Bizzat eski sahibi tarafından yasaklanan bir hazine.
Biraz bekledim dış kapının dibinde kırmızı palto kaybolana kadar. Birkaç fasıl geri dönüp baktı küçük insan. Utandım. Eve dönüp çatıda beklemek istedim.
Daha çok üşüdüm abdest alırken. Daha hızlı buharlaştı su ayaklarımdan. Güvercinlerin sayısı da artmış bu havada. Kapıda bekliyor cemaat. Koluma girdi en kısa boylusu:
-İmam rahatsızmış. Sen kıldırsan namazı?
Kafamı salladım. Namaza başlamadan rahleyi koydum minberin yanına. Olması gerektiği gibi daire daire halı desenlerinde gezindi bakışlarım. Güzel bir ezan
okudum önce.