Âkif vatanına hasret can vermiş
Aşk-ı istiklal ile dalgalanmış bayrak
Hilal kanda görülmüş
Söz yakılmış hakikat uğruna
Serenat-ı sükûnete bürünmüş
Ak kefen bu milletin borcu olsun! Mehmet Akif
İnsanoğlu yaratılmış ve kalbine atılmıştı telaşı. Her ne yaşamış ise orada dolup taşmış. Kalp önce mekân sonra hicran sonra mezar olurmuş insana. Son çarpışmaya varana dek duyulur en ağır darbeden sonra yorulurmuş.
O kendi hikâyesini unutmuştu bir başkasının hikâyesini yaşarken. Kendi derdinden tasasından utanmış artık onun hikâyesinde onunla birlikte dertlenir olmuştu. Onun derdi de kendisiydi; herkesin derdi sanki onun olduğu gibi. Okudukça hayranlık daldıkça şükran duyuyordu bu ülke için yaptıklarına. Ve geride bıraktıklarına canı gönülden sahip çıkıyordu. Zira onun emanet ettiği her şey bu neslin emanetiydi artık ve hiç susmayacaktı sesi; ülkenin semalarında al bayrak dalgalandıkça!
Sofi Mehmet Akif'i bu kadar yakından ilk defa tanıyacak ve artık onu çok iyi anlayacaktı! Şair'in hayal edip savunduğu Asım'ın Nesli'ne bir adım yaklaşabilseydi bir adım derken yolu tamamlayabilseydi keşke. Diline pelesenk ettiği birkaç mekâna giderse şayet gidebilirse dünyanın en bahtiyar adamı olacaktı. Hiç amaçsızlıktan sonra tek amacı onun geçtiği yerleri bir bir ezberine almaktı; kendi yalnızlığından ona doğru koşarak ve kendiyle bütünleşen hallerde onu yaşayarak...
Bütün bunlar için birazdan bir hikâye başlayacaktı: Kendi değerlerini arayan bir karakterin değerine hayran olduğu o büyük Üstad'ı gönülden takip etmesiyle...