İstanbul'a dönüp konuşmaya başladı.
-Küçükken ne anlama geldiğini bilmediğim veda sözcüğü bugünlerde en iyi yapabildiğim ve en çok yaptığım eylem haline geldi. Oysa ne güzel başlamıştı ömrüm. Küçüktüm dertsizdim tasasızdım kısacası mutluydum. Çocukluğumun en güzel günlerinde çöktü karabulutlar üzerime ve bir daha terk etmedi beni. Sonrası mı? Vedalar vedalar vedalar...
Çok şeyde gözüm yoktu oysa küçük bir avuç dolusu mutluluktu beklentim hayattan. Meğer hayatın çok şeyde gözü varmış; en çok da mutluluğumda. Birbirlerinden nefret eden insanların nefret ettikleri yanında iken benim neden çok sevdiklerim yanımda yok. Zor anlayabildim: Meğer hayat iyilerin kazanabileceği bir yer değilmiş.
Hüzünlerimin sürekliliği kadar sürekli oldu vedalarım çoktu. Mutluluklarım kadardı dostlarım sevdiklerim; yoktu. Her şey geldi gitti değişti; bir kaybetme alışkanlığıma zeval gelmedi. Hayatımın özetini bir kâğıda dökecek olsaydım yalnızca bir kelime yazardım: kaybettim. Olsun hep kaybedelim. Belki bizim kaybettiklerimizi birileri bulup seviniyordur. Kendi hayatımızda sevinecek bir şey bulamıyorsak biz de başkalarının sevinmesine seviniriz. İnsanız sonuçta bir şeylere sevinmeye ihtiyacımız var. Aslında gerek yoktu son bir konuşmaya ama alıkoyamıyorum kendimi veda sohbetlerinden ne varsa bu vedalarda?.
Hani derler ya 'Seni yeneceğim İstanbul seni yeneceğim' diye. Ben seni yenemedim İstanbul seni yenemedim...