"Ayağa kalkıp demir kapıyla vedalaşması birkaç saati buldu. Gecenin karanlığı gökyüzüne en karmaşık halini vermiş hava iyice soğumuştu. Bizi o evde bıraktığı güne lanet ediyordu. Sağa sola yalpalayarak ilerliyordu. Sokak lambasının altından geçerken yüzüne düşen her bir kar tanesi ayrı ayrı renklerde yanıp sönüyordu. Tekrar hıçkırıklara boğuldu. Köşeyi döndüğünde artık sokak da en az arka oda kadar sessizdi. Geride kırgın bir kadının küçük narin ayaklarının izleri kalmıştı."
Canan'ın ardında bıraktığı kırgın bir kız çocuğuydu Kader. Gözlerinde sevgi pırıltıları görmeyi beklerken her seferinde çarptığı soğuk duvarlar gibiydi babası. Her haliyle annesine benzediği için cezalandırılıyor muydu bilinmez geleceğe doğru kalbindeki büyük çizikle sürükleniyordu. Eksikti yarımdı. O boşluğu dolduracak umut bir gün yüreğinde filizlenebilecek miydi bilmiyordu.
Annesinin geçmişinden yüklendiği bir isimle hayatında derin yaralar açılmış yalnız bir adamdı Can. Rüzgar nereden esse o yöne savruluyordu. Özlemleri pişmanlıkları yarım kalmışlıkları bir sonbahar yığıntısı... Hayatın derinliğinde bir anlam arıyordu.
Binlerce yüreğe dokunmuş sevgi dolu bir kadındı Hayat. Bir sabah pencere aralığından odasına sızan mazi çağrısıyla o çok özlediği çocukluğun Can'dan ibaret olduğunu anladı. Şimdi yıllar önce terk ettiği yosun kokulu o küçük şehir onu hayatının yolcuğuna davet ediyordu. Biliyordu aslında bu çağrı yeni bir uyanışa davetti ve bu yolculuğu içindeki o kırgın kız çocuğuna borçluydu.
'Uyursak geçer mi?' çocukluğa özlemin umudun aşkın ve gerçek uyanışın hikayesi.