Fıkıh usulü esas itibariyle hükümlerin nasıl çıkarıldığıyla -ve kimilerine göre nasıl çıkarılacağıyla- ilgili olması sebebiyle daha çok fıkıhla irtibatlı olarak düşünülmüş ve fıkhın usulü olarak algılanmıştır. Bu algı büyük ölçüde doğru olmakla birlikte fıkıh usulünün merkezî rolünü ve önemini nisbeten biraz azaltmaktadır.
Fıkıh usulünün temel işlevinin Hz. Peygamber'den sahâbe kanalıyla intikal eden 'sahih anlam'ın temellendirilmesi olduğunu ve bu sahih anlamın da sadece fıkıh ilminin konularıyla sınırlı tutulmasının doğru olmayacağını kabul edecek olursak bu çerçeveyi biraz genişletme ihtiyacı doğabilir. Bu geniş bakış açısı sahih anlamın korunması bağlamında fıkıh usulünün diğer şer'î disiplinler için de bir zemin teşkil ettiğini söylemeyi de mümkün kılar. Bu yönüyle fıkıh usulü başta fıkıh olmak üzere diğer şer'î disiplinler için de bir kontrol ve denetleme görevi görmekte ve o disiplinlerde söylenen şeylerin sağlamasını yapmayı üstlenmiş olmaktadır. Esasında özellikle modern dönemde dini ilimler arasındaki kopuşun temel sebeplerinden biri fıkıh usulü ortak zemininden ayrılınmış olmasıdır. Bu sebeple fıkıh usulünün Ebu Hanîfe'nin -itikâdî ahlâkî amelî ayrımı yapmaksızın bütün şer'î hükümlerin bilinmesini içine alacak bir genişlikte- tarif ettiği fıkhın teorik alt yapısını ve zeminini teşkil eden bir muhtevayla ele alınması şer'î disiplinlerin birbirlerinden radikal şekilde kopmalarını önleyecek bir çareye dönüşebilir.