Türk târîhinin fecrinde Merkezî Asya'da mukaddes bilinen bir orman ve onun içinde sakladığı şehir "Ötüken" adını taşıyordu. Ötüken Türk'ün hâkimiyetinde ise Ötüken'de Türk kaanûnu cârî ise Ötüken'de Türk Hükümdârı oturuyorsa her şey yolundadır her şey kolaydır saâdet içre saâdet vardır. "Kut" sâhibi olmak biraz da Ötüken'in mâhiyetine bağlıdır. Ötüken'sizlik Türk'ün ters giden tâlihine alem olmuştur. Ötüken esirse Ötüken yâd ellerde ise Ötüken kirli ayaklar altındaysa hayâtın mânâsı kalmamıştır zilletin en dipsizine yuvarlanılmıştır. Aslında Ötüken Yış coğrafî olmanın çok ötesinde Türklüğün beşiği makâmına yükselmiş kutlu bir beldedir. Bu yüzden Kavimler Göçü denen târîh selinin ardından Etzelburg (Budapeşte)'a yerleşen atalarımız Asya'nın Ötüken Yış'ını Tuna'nın iki yakasına yerleştirip Roma'nın şahsında Çin ve Moğol'u yâni Tatabı'yı görmeye başlamıştır. Etzelburg (İdil Şehri)'a Ötüken muâmelesi yapan rûh madde seviyesinden sırıkla atlayıp mânâ iklîmine geçmiştir. Hangimizin soy kütüğünde Tuna suyundan beslenen birkaç dal yoktur? Türk milleti her bakımdan "Tunalı"dır. Gelgelelim hangi zihniyetin tesiri iledir bilinmez bu milletin çocuğuna okul kademelerinde Tuna'dan söz ettirilmez. Ötüken'e Altay Dağları'na Kâşgar'a Urumçi'ye Fergana'ya Amuderyâ'ya Sırderyâ'ya Nil vâdîsine Kızıldeniz sâhillerine daha da ötesi Moskova varoşlarına Hatt-ı İstivâ'nın epeyice altına hakikî medeniyet meş'alelerini götürüp yakan bir milletin bunların adını anmaktan korkan nesilleri olabilir mi?