"Mirac'ın kalbinde şüheda çığlıkları arşa karışıyor; küle dönmüş hayatlar kavrulmuş bedenler Hakk'a yürüyordu. Nesilden nesile aktarılan bir hüzündü acının başşehrinde yaşanan.
Ömer'in nefesi bile titretirken âlemi şimdilerde içten içe kaynayan bir coğrafyaydı Risaletin Diyarı.
Asırlık bir bekleyiş amansız bir hasretti. Kopkoyu gecenin apak şafağına ramak kalmıştı. Evren yeni bir güne gebeydi âdeta.
Özlenen Kahraman'ın müjdesiyle doldu sokaklar arklar... Henüz yedisine bile değmemişti. Hayran hayran temaşa ettiği minber ustasına içinden geldiğince sordu:
"Bu minberi nereye yapıyorsun?"
"Aksa Mescidi'ne Kudüs'e!.."
"İyi de bizim değil ki oralar nasıl götüreceksin?"
Can alıcı cevap havzalasını yerinden söktü aldı:
"Benim vazifem yapmak. Bir yiğit çıkar o da diker minberi yerine!"
Onlarca yıl beynini zonk zonk sızlatan o söz ne de tesirliydi delikanlı yüreğinde: "Bir yiğit bir yiğit!.."
...
Zehirli oklar aldığı kılıç darbeleri amansız yaralar acının her türlüsünü görmüş yorgun zihni zayıf düşürmüştür bedenini.
"Bir ölür bin doğarız"ın kudretli sultanının ruhu bedenden ayrılmakta... modern çağlara sarsılmaz bir Hamza bırakmaktadır insanlıktan yana.
Selahaddin! Dön gayri parçalanmış coğrafyama!