Bin Sekiz Yüzlerin İkinci Yarısı İle Bin Dokuz Yüzlerin Başı Arasında
Batı Anadolu'da Geçen Gerçek Bir Yaşam Öyküsü...
Ege'de Bozdağların eteğindeki bir yörük köyünde babası ve üvey annesiyle yokluk ve yoksunluk içerisinde yaşarken
keçi gütmeye gittiği bir gün kaderini değiştiren olaylar başlar Helme'nin. Bugünlerden o günlere bakıldığında zaman
bize yokluk zamanları olarak görünebilir. Oysa körelmiş duygularımızı mercek altına aldığımızda o günlerin zenginliğinin
tarifi mümkün değildir.
Doğayla iç içe renklerin kokuların seslerin farkında bir Yörük kızıdır Helme. Nazım'ın dediği gibi; soframızdaki yeri
öküzden sonra gelen kadınların acımasız erkek egemenliğinde ezildiği günlerde Helme yaşam mücadelesine devam eder.
Ümitsizliklere rağmen hayata sımsıkı tutunur. Çiğ tanelerine kargının gözüne kafire çiçeklerine oğlaklara doğan bebelere
uyanan doğaya duvardaki kerpici yurt edinmiş papatyalara kısacası gördüğü duyduğu dokunduğu her şeye anlamlar
yükleyerek yaşama sevincini taze tutar. Daha on dördünde karartılan dünyasını dünyaya getirdiği çocuklarıyla renklendirir.
Önceleri ürkek ve sessiz olan Helme başkaldırıya geçtikten sonra tam bir hanım ağaya dönüşür.
Bu kitap sadece dramatik yönü güçlü bir roman değildir her ne kadar Helme'nin hayatı sarsıcı dramatik anlar
barındırsa da... Kitaba başlar başlamaz daha ilk satırlarda kendinizi doğanın o köyün bir parçası olarak hissedeceksiniz.
Helme'nin yürüdüğü sokaklarda patikalarda işlendiği tarlalarda onunla birlikte yaşamaya nefes almaya başlayacaksınız.
Helme keyiflendiğinde gülümseyecek ağladığında gözyaşlarınıza engel olamayacaksınız. Ruhumuzu her detayıyla açık
edecek tüm duygulara izin vereceksiniz. Ve şairin dediği gibi; hep taze tutacaksınız sevincinizi avluda diz boyu
kar olsa da elinizden eksilmeyecek kır çicekleri...