İçerisinde birbirinden farklı 93 yazının yer aldığı bu kitap özellikle farklı bakış açıları arayan okurlara bambaşka dünyaların kapılarını aralıyor.
''Keşke Hep Buralarda Kalsam'' başlıklı yazıdan;
Yaşadığımız şehir sadece binalarıyla ulaşım imkânlarıyla değil orada verdiğimiz mücadele ve girdiğimiz çaresiz durumlarla da içimizi daraltıyor kimi zaman. İnsan hiçbir anısının olmadığı sakin bir yere gidince bunu daha iyi anlıyor. Her ülkenin her coğrafyanın belirli başlı bölgeleri vardır ki insanoğlu oraları gördüğünde yeniden doğmuş gibi olur hayatta mutlu olmanın çokta zor olmadığına ve hedeflerini başarmanın mümkün olduğuna inanır. Manzaranın doğanın motive edici gücü işte... Keşke hep buralarda kalsam dediği yerlerde insan sanki tüm süper kahramanlara dönüşüyor. Rüzgârın vücuduna değişini ufuk çizgisinin varlığını insanlar arasındaki samimiyetin kuvvetini anlıyor. Renklerin aslında daha canlı gösterdiğini bazı şarkıların daha anlamlı olduğunu geçmişte yaşadığı şeyler ne olursa olsun her birinin değerli olduğunu anlıyor. O anlarda mutluluktan dökülen bir gözyaşı olmayı stresli günlerimdeki en şık halime tercih ederim. Bazen bu kelimeyi diyen insanlar aynı manzarayı izler aynı civarda bulunur. Herkes aynı düşündüğünün farkındadır ama kimse konuşmaz. Herkes normal yaşantısının yükünü taşıyordur sırtında. Tebessüm edilir selam verilir. "Siz de keşke hep buralarda kalsam diyenlerdensiniz." kelimesi hiç söylenilmez. O gizli iletişim o güzel istek bir bakışla yayılır o an. Aynı duyguların paylaşılıp aynı şeylerin düşlendiği her yerde olan o muazzam huzur yayılır dört bir yana. Böyle yerlerde bir fırıncı fırıncıdan daha fazlasıdır. Yoldan geçen ve oralarda yaşamakta olan her insan ayrı bir orkestranın şefi gibidir. Dünyanın en güzel suyundan içmiş dünyanın en güzel sofrasında oturmuş ve her şeyin hakkını vermiş gibidirler. İnsan da böyle olmak ister. Oralarda kalmayı düşler bir süre. Ancak bunu yapamayacağını anladığında her yere öylesine bakar her şeyi öyle içine çekmeye çalışır ki... Ruhun en büyük depo alanı olduğu böyle zamanlarda anlaşılmaz mı? Ne hafıza ne de zihin... Sanki içinden geçen havayı hapseder gibi. Belki bir üzüm bağı belki zeytin ağaçları belki bozkırlar belki dağ havası belki de küçük evlerin sırayla dizilmesi... Sebebi her ne olursa olsun insan onu etkileyen şeylerin peşinden gittikçe onlardan ayrılmak istemiyor. Zaten bu sahiplenme isteği de bizi hayatta tutan şeylerden biri değil midir? Ve sahiplendiğimiz şeylerin kalitesi hayatı aynı oranda güzelleştirmiyor mu?