Bu hayat benim. Acısıyla tatlısıyla pişmanlıklarım da olmuştur. Keşke dediklerimden ve hatalarımdan ders almayı da bildim. Sevdalarımdan vazgeçmeyi de... Üzerini çizdiğim dostlarımın toplamından bir şehir oluşur sanırım.
Bazen bir rüya görürüm. Sisler içinde kırmızı pelerinli bir çocuk. Birazdan tanışacağı derin kederin arifesinde. Elinde bebeğiyle odanın içinde; bir o tarafa bir bu tarafa koşuşturuyor. Bir tabut konulmuş sokağın ortasına. Etrafında kalabalık toplanmış. Hep birden bir şeye "Âmin" diyorlar. Birazdan meçhule uğurlanacak bir yolcuya karşı son görevlerini yerine getiriyorlar.
Hiç evlenmemiş müzmin bekâr Nedim Öğretmen'in saksıdaki sardunyaları solmuş. Sadık amca yere düşen altın sarısı hurmaları mahalle çocuklarına dağıtıyor.
Neriman'la Elif'in seslerini duyuyorum. "Belgin haydi gel evcilik oynayalım." Peşin peşin anlaşıyorum. "Ama ben anne olmam!"
Birazdan Zafer çıkageliyor. Elinde kırmızı bir karanfil yüzünde o muhteşem gülümsemeyle. Odun ateşinin alevini andıran saçlarını savura savura.
Bir gelin çıkıyor ahşap evin kapısından. Yüreğinde yarım kalmış bir sevdanın kederiyle bir kuğu gibi süzülerek giriyor zaman tüneline...
Çocuklarımın sesini duyuyorum "Anne bize çikolatalı ekmek versene!" Sıçrayarak uyanıyorum. Başucumdaki mavi cam bardaktan bir yudum su içiyorum. Tekrar başımı yastığa koyarken kendi kendime mırıldanıyorum "Rüyaydı sadece bir rüya... Geçti gitti."