Sanayi devrimiyle birlikte artan üretim miktarı ülkeleri yeni pazarlara yönlendirirken ülkelerin gelirlerinde ve kişi başına düşen gelir düzeylerinde meydana gelen artış tüketim kalıplarında değişikliği beraberinde getirdi. Tarımdan sanayiye toplumsal dönüşüm sürecinin yaşanması ülkelerin hızla büyümelerine neden olurken çıkar çatışmaları da hızla arttı.
II. Dünya Savaşı'nın Avrupa'da yarattığı yıkıcı sonuçlar ülkelerin nasıl büyümeleri gerektiğinin de araştırılmasına neden oldu. 1950'li yıllar Büyüme Teorilerinin gelişim gösterdiği yıllar olarak dikkati çekmektedir. Bu dönemden itibaren pek çok farklı yaklaşım ortaya atılmıştır. Yüksek gelir düzeyi mi yoksa insani bir yaşam düzeyi mi tartışmalarını da beraberinde getirmiştir.
Bugün içinde yaşadığımız dünyanın temel sorunu ekonomik büyüme ve kalkınmadır. Dünyanın neresinde yaşarsa yaşasın her insan; her gün artan ilgi ile ekonomik büyüme ve kalkınma sorununa eğilmektedir. Belirtmek gerekir ki ekonomik büyüme ve ekonomik kalkınmanın amaçları ortak yani toplumdaki insanların yaşam standartlarını yükseltmek olsa da tamamen birbirinin aynı olan kavramlar değildir. Ekonomik büyüme ekonomik kalkınmanın en önemli yönünü oluşturmakla birlikte onun kadar geniş kapsamlı bir süreç değildir. Ekonomik kalkınma ekonomik olduğu kadar sosyal siyasal hukuksal ve kurumsal boyutları da olan çok yönlü bir değişim sürecidir.