Yıllar önce Bakırköy Kadın Cezaevi'nde birkaç gün geçirebilmek ve izlenimlerimi yazabilmek için çalmadık kapı bırakmamış bütün çabalarıma rağmen bu isteğimi gerçekleştirememiştim. Yaklaşık 10 yıl sonra bir şüpheli olarak tutuklandıktan sonra cezaevine gönderilip üstelik de her kesimin hakkında "pek çok konuda" uzlaştığı isim olan Nazlı Ilıcak ile aynı koğuşa konulduğumda başıma gelen şeye uzunca bir süre inanamadım.
Hangi derdime yanacağımı şaşırdım doğal olarak. Hiçbir empatim sempatim ve alakam olmayan FETÖ'ye yardımdan tutuklanmama mı Nazlı Ilıcak ve Hanım Büşra Erdal'dan sonra FETÖ'den tutuklanan üçüncü kadın gazeteci olmama mı yoksa hiç görmediğim bir haber yüzünden tutuklanmama mı?
Üstüne bir de OHAL'i ekleyin... Her şey yasak... Birkaç mahalle ötede evim bir başına bıraktığım oğlum Mavi Marmara'dan kalma klostrofobim çarpıntım panik atağım ve üstüne 7/24 her an birlikte olduğum Nazlı Ilıcak... Bu içinde bulunduğum durum kaderin bir cilvesi değilse ne olabilirdi ki?
Şaşkınlık ve üzüntülerimden kurtulduğum her fırsatta bazen de sırf bu duygularımdan kurtulabilmek için doğal olarak kaleme sarıldım ve aklıma ne gelirse yazdım... Bazen çocukluğuma gittim bazen gazeteci olduğum güne... Cezaevini nezarethaneyi gardiyanları diğer tutukluları anlattım... Bol bol gözlemledim izledim deneyimledim ve yazdım. Hikâyedeki kişilerin isimlerini değiştirdim çoğunun bazılarını ise açık açık yazdım.
Artık dışarıdayım... İçerisi mi daha iyiydi yoksa dışarısı mı çok emin değilim... Zaten özgürlük dediğimiz şey istediğimiz zaman istediğimiz yere gidebilmek demek değil...
Umarım beğenerek okursunuz...
İyi okumalar...