"Hepimiz bir umut ışığının yansımalarında körebe oynar gibiydik. Işığın aslını bulmak için çırpındık durduk..."
Ressam Timuçin Ayaz'ı batıya süren tutkunun adı; ışık gölgeVelazquez ve Sorolla'ydı. Ancak yeryüzü göçebesi yazardı gümüş künyesinde... Puerta de Hierro'da yaşasa da yaptığı tablolarda Altay Dağlarının renklerini ışığını ve esintisini kullanır Hakasya Gök Direkleri'ni İspanya'nın ortasına kondururdu. Miray Urga ise "çatlamaya hazır bir tohum gibi acılar ve isyanlar içinde çatırdayıp duran" bir ilçe olan Alemdağ'a yeni taşınmış göçmenleri zılgıtları yoksulluğu ile bu yeni dünyaya alışmaya çalışan bir kadın... Timuçin ve Miray'ın bir tablo aracılığı ile kesişen yaşamları çoğu yeryüzü göçebesi gibi zor bir sınavdan geçecek; umudun ışığını birlikte kovalamaya başlayacaklardı!
"Dönüp bakıyorum da bir yıllık sürece... Hepimiz ya zorunlu göçebelerdik ya da gönüllü göçebeler... Ya siyasi sürgünler ya da yazgı savurdu attı yollarımız bir yerde kesişiverdi işte. Hepimiz bir umut ışığının yansımalarında körebe oynar gibiydik. Işığın aslını bulmak için çırpındık durduk. Işık dedim de... Hani batmakta olan güneş arkandayken uzun bir yolda araçla gidersin. Aracın gölgesi kendisinden büyük olarak düşer önüne. Sonra sol aynada güçlü bir ışık belirir. Gözlerin kamaşır. Önünü göremez olursun eğer açıyı değiştirmezsen. O yansıma öylesine göz alıcıdır ki bir kez daha bakamazsın bile. Senin yaşamıma düşen ışığın yansıman da böyle bir şeydi işte."