İnsanlık tarih sahnesine çıktığından bu yana çok boyutlu bir bunalım yaşamaktadır. Hiçbir ülke sosyal yapı veya medeniyet alanı bu bunalım ve anarşiden muaf değildir ve farklı derece ve yoğunluklarda da olsa her ülkenin kendine has sorunlar yumağı dikkat çekmektedir. Başka bir deyişle sorunlar hem ulusal hem evrensel kaynaklıdır. Bu iki kaynak sürekli etkileşim halindedir. İşin ilginç tarafı kitlelerin çoğunluğunun pek de bu sorunların bilincinde olmadığıdır. İmrenilen zengin çağdaş insan hakları ve demokrasi uygulamlarında en gelişmiş seviyede bulunan 'Batı medeniyeti' de sanıldığından çok daha derin sorunlar yaşamaktadır. Bilhassa insani-toplumsal-ahlaki ve epistemik gelişmişlik düzeyi açısından. Doğrusu her gün artarak dallanıp budaklanan ve biçim değiştiren sorunlar ne maddi yoksulluktan ne ülke zenginliklerinin adaletsiz dağılımından ne hakların çiğnenmesinden ve eşitsizlikten ne de genel sömürüden kaynaklanmaktadır. Bu sorunun kaynağı insanların genelinde başgösteren ruhsal veya tinsel yoksulluktur. Tarih'e göz gezdirdiğimizde ahlak-erdem: 'arete' ve teknik beceri bilgi ve bilgelik bakımından en olumlu en ebedi kalıcı en yararlı buluşlar ve çareler 'yaratıcı aktöresel azınlığın' eseridir. Kitlelerin elbette tümünün değil ama çoğunluğunun yemek içmek uyumak çoğalmak eğlenmek yakınmak hak ettiğinden fazlasını istemek amiyane ve gelip geçici nesnelere odaklanmak servet elde etme ihtirasıyla mücadele etmek dışında yaratıcı bir uğraşısı yoktur ve yüksek kültür ve medeniyete katkısı yok denecek kadar azdır. Dünyamız erdem bilgi ve ahlaken üstün şahsiyetlerin yokluğu yüzünden sözde politikacıların siyasi şarlatanların sahte elitlerin muhteris ve doyumsuz finansal kurumların sultası altındadır. Aslına bakarsak yaratıcı zeka ve yüksek ahlak sahibi dehalar yok değildir fakat dünya ölçeğinde mevcut ve egemen siyasi kültür dünya görüşü fosilleşmiş sağ ve sol ideolojiler bir de ulusların şahsiyetsiz felsefesiz tüketimci ve nemelazımcı kalabalıklara dönüşmesi sebebiyle 'filozof hakanların' yeşerme ve etki yaratma imkanı çok azdır. Peki sahte elitlerin ve kurdukları 'küresel kraliyetin' ortaya çıkmasından kimler sorumlu tutulabilir? Elbette bizler yani vurdumduymaz kalabalıklar veya 'ilk aşama tunç kitleler' yani her milleti oluşturanların ezici çoğunluğu. Dünya genelinde ve ulusal-yerel ölçeklerde radikal siyasal toplumsal eğitimsel ahlaki iktisadi hatta zihinsel dönüşümler gerçeleşmeden insanlar ve toplumlar adalet ölçülülük merhamet özgecilik cesaret ve bilgeliğin ışığında evrensel iyiye erişemezler. Mağara duvarının üstüne yansıtılan gölgeler gibi yanılsamalı acaip çeşitli varlıklar olarak sadece 'öylesine' yaşarlar. Bu noktadan hareket ederek diyebiliriz ki en büyük insan hakları ihlali bireylerin insana özgü erdemleri yaşamak yerine gönüllü olarak sadece tensel somatik olanı tercih etmeleridir. Bu çalışma Platoncu bir mercekten biz kitlelerin 'uyur gezer' hallerine odaklanarak bazı hal çarelerini aramaktadır.