"1521 yılı Mayıs ayının 65. Cumartesi günüydü. Osmanlı İmparatorluğu'nun taht şehri İstanbul'da yer yerinden oynuyordu. Çarşılar dükkânlar açılmamış evler boşalmıştı saray meydanı on binlerce insanla dolup taşmıştı. Kalkanlar tirkeşler kementler ve oklarla teçhiz edilmiş sipahiler silahtarlar bölüğü sağ ve sol ulufeciler halkın önünde tam bir düzenle dizilmişlerdi. Tüfekçiler zırhlarını giymekle beraber ellerinde birer harbi taşıyorlardı. On iki bin yeniçeri bunların başlarında yer almışlardı. Saray kapısında yay taşıyan beyaz etekli solaklar vardı. Bunlar da zırhlı gömleklerini giymişlerdi. Devletin ve sarayın ileri gelen kişilerine mahsus birçok binek ve yedek atların üzengilerinin ve eyer kayışlarının altından yapılmış kısımları güneş gibi parlıyordu. Halk ve asker gürültü etmeden gözlerini sarayın büyük kapısına dikmiş genç padişahı sabırsızlıkla bekliyordu. Nihayet Sultan I. Süleyman atlı olarak saraydan çıktı. Meydana doğru geliyordu. Bayraklar tuğlar ve sancaklar açılmıştı davullar nakkareler çalıyordu. Tüfekçiler şenlik için tüfeklerinin fitillerini ateşlemişler kopan gürültülerden sarsıntılar ve çıkan dumanlardan bulutlar hasıl olmuştu."
Kubbesi gök olan engin denizlerin tarihinden sayfalar açan Feridun Fazıl Tülbentçi Oğuz destanından başlayarak Roma kapılarına dayanan Türklerin fütühat tarihini akıcı bir dille anlatıyor...