Sizi gördüğüm tanıdığım ve yaşadığım gibi yazdım. Güzel hatıranız önünde bir Budist rahip gibi iki dizimin üzerine çöktüm. Sizi bir kez daha saygı ve özlemle andım. Güzel adlarınızın bu kitapta sonsuza dek yaşaması dileğiyle...
(Ön Giriş)
***
Kadının gözyaşları bir bildirge manasındaydı. Dolaylı konuşmanın manası kaçmıştı. İçindeki ateşten yıllarca mayalanan bir şarap gibi fışkıran öfkesi direkt yapmacıktan ve korkudan uzaktı. Kötülükle hesaplaşmada bir başkasını ileri sürmüyor kendisini öne sürüyordu. Vicdan yumağıyla birlikte öfke yumağını da çözmüştü. İntikam duygusunu "Alın ben buradayım" dercesine iki gencin önüne atmıştı.
***
"Darına düştüm ya boz atlı Xızır. Niyaz yurduna sığınan göçmen kuşlarına kol kanat ger ya Kêmere Düzgün!"
Ellerini yokladı. Rüyasında kan görmüş olacak ki sanki elleri kanlanmış gibi göğsüne sürerek temizler gibi yaptı. Parmakları koyun sağımından dolayı kurumuş toprak gibi çatlamıştı. Parmaklarındaki çatlakların içine güneşten rengi değişmiş kazağın yünleri girdi. Düzensiz nefes alışverişine öksürükler karıştı.
"Dersim can çekişiyor Cemal. Usul usul ölüyor Kırmancîye yurdu" diye mırıldandı Garo.
***
"Son bir sorum olacak?" diye sesine düzen vermeye çalıştı.
"Babam katledildikten sonra parmağındaki yüzüğü kim çaldı?"
Böğrünü yılan ısırmış gibi irkildi dinleyiciler. Titreyerek durmadan dudaklarını yalayan suçluya baktılar.
"Ayağa kalk! Senden af dileyenlere ne yaptın?" diye bağırdı Şahin.
Karşısında yere yığılmış anlamsız heykel gibi duran kişiye baktı. Çiçek bozuğuyla çapurlaşmış buruşuk yüzü bembeyaz olmuştu. Korkudan burun delikleri mağara gibi açılmıştı. Yüz çizgileri içinde ölen insanların sesleri saklı gibiydi.
İçi yanmış bir el gibi kabardı. İntikam da dahil hiçbir şeyin tadı kalmamıştı artık.
"Sana ayağa kalk dedim. Ölümün karşısında düşkünleşme!"