Bugünkü şekliyle bilim 16. yüzyılın ikinci yarısında Avrupa'da ortaya çıkıp zamanla Avrupa'nın diğer medeniyetlere üstünlüğünün başlıca unsurlarından biri haline gelmiştir. Diğer medeniyetler bu üstünlükle ilk önce uğradıkları askeri yenilgiler yoluyla karşılaşmışlar ve zamanla bilimin hayatın diğer yönlerinde oynadığı rolün de farkına varmışlardır. Sonuçta bilim çağdaşlaşma sürecinde Batı'dan ithal edilen kültür unsurlarının en önemlisi olmuştur.
Wootton'un çalışması Avrupa'da bilimin gelişimini Yenidünya'nın keşfedildiği 1492 yılından Newtoncılığın Avrupa'da yayıldığı 1750'lere kadarki entelektüel maceranın dil ve edebiyatta bıraktığı izleri sürerek ele alıyor. Temel tezi çağdaş bilimin göklerde değişimin mümkün olduğunun görüldüğü 1572 yılı ile renklerin kaynağının ışıkta olduğunun anlaşıldığı 1704 yılları arasında icat edilerek evrildiği ve bu sürecin dönemin dillerine de yansıdığıdır.
Bu kültürel değişimi ele alan Wootton Batı dillerinde 1492'den önce de mevcut olan ilerleme olgu deney hipotez teori gibi kelimelerin anlamlarının kökten bir değişimle bilimsel düşünmeyi mümkün kılan aletlere dönüşmesi sürecini akıcı bir üslupla okura aktarıyor. Böylece Bilimin İcadı şehitleri (Bruno Galileo) kahramanları (Kepler Boyle) propagandacıları (Voltaire Diderot) ve emekçileri (Gilbert Hooke) ile Avrupa'da yaşanan bu çığır açıcı dönüşümün hikâyesini anlatırken aynı tarihlerde dünyanın geri kalanında benzeri bir değişimin neden yaşanmadığı sorusunun cevabına da katkıda bulunuyor.