Mong Özbekistan'ın Semerkant kentinden gelen yetim bir çocuktur. Budizm'den ve İslam dininden fazlasıyla etkilenmiş olan Şaman kültürünü benimsemiş bir çevrede dünyaya gelir.
Çocukluğunda yaşamış olduğu onu ölüme yaklaştıran deneyim hayatını değiştirip ona cevaplardan çok sorular bırakır. Yaşamın anlamını aramak için doğduğu köyü terketmeye karar verir ve getir götür işleri yapan bir çocuk olarak deve kervanlarıyla farklı kültürlerin milletlerin ve fikirlerin buluşma noktası olan ünlü İpek Yolu'nda yolculuğa çıkar. Tüm bu yolculuklar sırasında iyi ve kötüyle güzel ve çirkinle karşılaşır. Gölgeyle maddeyi görüntüyle gerçeği mizahla trajediyi ayırt etmek için her şeyi öğrenmeye bakar.
Aradan yedi yüz yıl geçmesine rağmen Mong'un deneyimlerinin halen güncel olup bizlere çok tanıdık geldiğini söyleyebiliriz. Her ne kadar Mong'un dünyası bize zaman ve mekan olarak uzak gelse de insan dramı tüm zamanlar tüm ülkeler ve tüm insanlar için geçerlidir.
Mong'un "Hayat denilen armağanı ziyan etme!" sözleri bizlere kendimizi komşumuzu ve içinde yaşadığımız dünyayı ciddiye almak için bir davettir.