Miladi 610 yılında Mekke-i Mükerreme'de doğan vahyin kutlu nuru; 13 yıl sonra eski adı Yesrip olan Medine şehrini nurlandırarak Medine-i Münevvere'ye dönüştürdü. Kısa bir müddet sonra tüm Arap Yarımadası'nı aydınlatan bu ışık kuzeyde Kudüs ve Şam üzerinden Anadolu'ya batıda Kahire üzerinden Kuzey Afrika'yı aşarak Avrupa içlerine Paris yakınlarına kadar ulaştı. Aynı zaman diliminde kuzeydoğu istikametinde Kûfe Basra ve Bağdat üzerinden Sasani coğrafyasını aşarak Türkistan bölgesini de içine alacak şekilde Çin Setti'ne ve Hint topraklarına kadar ulaştı. Hint coğrafyası üzerinden bugünkü Malezya Endonezya ve Avustralya olarak bilinen uzak ada ülkelerine taşınan bu nurlu yolculuk Orta Çağ'a gelindiğinde Avrupa içlerine Viyana kapılarına kadar dayandı.
İşte bu kutlu yolculuğun izini sürerek Mekke ve Medine'den başlayan kendi yolculuğumuz; İslam medeniyetinin onurlandırdığı Kudüs ve Kahire şehirlerine; oradan da Endülüs İran ve Nepal ülkelerine gerçekleştirmiş olduğumuz ziyaretler ve bu ziyaretlerdeki izlenimlerden oluşuyor.
Birçoğunun sınırları Raşit Halifeler Dönemi'nde kesinleşen ve günümüzde İslam dünyası denilen coğrafya; farklı ulusal ve etnik kimliklere mayın tarlalarıyla ayrılmış sınırlara rağmen öz hikâyemizin şekillendiği kendi topraklarımızdır.
Özellikle son 200 yılda yaşadığımız işgaller sonucu ortaya çıkan acı ve dramlara rağmen kendi coğrafyamızı İslam'ın nuruyla yeniden ihya etme ve de tüm yeryüzünü zulümden arındırarak münevver bir hâle dönüştürme davamız bir "kızıl elma" olarak ilelebet devam edecektir.