MEKTUP
Allah'a hamd olsun. İlim ve hidayet rehberi olarak gönderdiği elçilerine selâm olsun. Özellikle Sonuncusuna selâm ve salâtın tamamı olsun.
Muhammedî yolun bin bir türlü engellerle tıkatılmaya çalışıldığı günlerin girdabındayız. Bu girdap içinde bizler bir çöp kadar hafif ve hacimsiz kalırsak denizin dibini boylamaktan başka akıbete varamayız. Bir çöp değil bir gemi olmalıyız ki ne girdap ne hortum ne med cezir ne tusunami bizi kollarına alıp hebâ etmesin. Yalnız bir etiketle Müslüman olduğunu bilen kişi bilmeli ki dünya denizinde bir konserve kutusundan farksızdır. Boşaltılmış konserve kutusu denizin sahilinde bir çöp görüntüsünden başka bir şey değildir.
Bir gemi bilincinde olmak müşrik câhil ve ehl-i kitâb münkirlerinin istihzâ torpidolarına karşı azimle durmak şimdiki ifadesiyle kendinden emin bir duruş sergilemek gerçekten çetin bir mücâhede gerektirir. Bunun çetinliğini bilmeyen mücâhedeyi bırakmış Muhammedî yoldan sapmış denizin yakamozlarına kendini bırakmış demektir. Bunlar için Hakk Teâlâ Tekaddes Hazretlerinin şu Kelâm-ı Kadim'i yeterlidir: "Allah de sonra bırak onları daldıkları batakta oynayıp dursunlar." Daldığı bataktan zevk alan ve zevkini gerçek sanan muhâsebe muhâkeme ve mücâhededen yoksun olanlara bu Âyet-i Kerîm'e yeterlidir. Onlar bataklığı yakamoz zannetmekte. Gerçekte yakamoz ışığın kırılıp suya yansımasından ibarettir. Yıllar önce gençliğimin ilk devresinde söylediğim bir şiir: Sizler iki yalancı iki sahtekâr / Kaç gemiyi boğdunuz söyleyin denizde / Hangi âşığınıza sâdık vefalı yâr... / Nice ocaklar söndü söndü sayenizde / Sen hayalsin titreşen cilveli yakamoz / Ve sen arzusun fırtına ey kart cadaloz!
Arzunun istikâmetinde hayat sürenlerin hakikat zannettikleri ışık yakamozdur. Balıkların ağa takılıp hürriyetinden gafi olduğu an ay ışığının suda yakamoz oluşturup balıkları zevk ve neşeye sürdüğü andır. Eşref-i mahlûkat olan biz insanların da günaha saptığı an gaflet anıdır. Gaflet dahi haktan uzaklaşıp arzuya tâbi olduğumuz anda oluşur. Arzular nefsanî istek ve iştihâların genel adıdır.
İki türlü istek vardır ki insan bedenini sevk ve idare eder. Biri nefsânî diğeri rûhânî istek. Kalb gemisi bu iki isteğin istikâmetiyle bedeni hareket ettirir. İstek Arapça orijinal ıstılahında irâde olarak dile getirilir. Hem rûhî hem nefsî istekler Hakk Teâlâ Tekaddes Hazretlerinin isteğine tâbidir. Hiçbir mahlûkun isteği o küllî isteğin dışına çıkamaz. Çıkması hem naklen hem aklen câiz değildir. Çıkabileceğini vehmetmek aklı karanlığa kalbi küfre çevirmektir. Hal böyle iken aklı olana düşen nefsânî isteklerini küllî istek içerisine tâbi ettirmektir. Evet Hakk Teâlâ Tekaddes Hazretlerinin isteği bütün istekleri sarmalamışken nefsânî isteği ile Hakk Teâlâ Tekaddes Hazretlerine muhalefet etmek O'nun küllî isteğine uymamak ahmaklıktır. Ahmaklık ki ne büyük ahmaklık... Karşılığında ebedî hayat olan bir alışverişte ebedî hayata sırtını dönmek onu kabullenmemek için sağır ve kör olmak gerekir. Zaten Hakk Teâlâ Kur'an-ı Mübin'de böyle ahmaklar için: " Onlar sağırdırlar dilsizdirler kördürler; artık dönmezler." buyurmaktadır.
Kulak ve göz ses ve biçimi algılayan iki âdil şâhittir. Ses ve biçim de eşyanın hakikatini haber verir. Eşyanın hakikatinden haberi olmayan insana ancak sağır ve kör sıfatı yakıştırılabilir.
İnsan irâdesini nefsânî arzularına bağlı kıldığı an anlayışı nefsânî ses ve biçimlere odaklanır. Hakk Teâlâ'nın emir ve yasaklarına bağlanmamış o emir ve yasaklardan lezzet almaya razı olmamış nefis dâima Hakk Teâlâ'nın isteği dışındaki şeylerden lezzet almak ister. Hırs tama hased kibir inad gibi ahlâklar bu istekten doğmuştur. Ne zaman ki nefis Hakk Teâlâ'nın isteğinden razı olmaya kasd niyet - eder o zaman isteği Hakk Teâlâ'nın razı olacağı şeylere yönelir. İşte bu yöneliş kulluğu kulluk anlayışını doğurur. Niyet irâdeyi belirler. Bundandır ki niyet irâdenin üstünde olup irâdenin kumandanı mevkiindedir. İrâdeyi küfre ve îmâna sevk eden niyettir. Niyetsiz hiçbir şeyin makbul olmayışı bundandır. Niyetin gizli oluşu veya niyet sahibinin niyetini bilmeyişi şaşkınlığı doğurur. Hangi yönde olursa olsun istekler niyete bağlıdır. Ne var ki kişi niyetinin farkında olmadan isteğini ortaya kor çoğu zaman. İşte bu hâl kişinin ahmaklığını beyân eder.
Nefsânî istekle Rahmânî istek arasındaki çizgiyi sabit kılan niyet hakîkatini"Bismillâh"ta bulmalıdır. Bismillâh; Allah'ın adıyla Allah adına mânâlarını kucaklayarak bütün istekleri Allah'ın isteklerine tâbi ettirir. İstek Allah'ın adıyla Allah adına olunca bütün yakamozlar ışığa karanlıklar aydınlığa döner. Kişi bu kasıtla isteğini yönlendirir bedenini isteğine bağlı kılarsa hakikati bulur ve Muhammedî yolun sadık bir yolcusu olur. Aksine niyetinden habersiz bir gâfil olur ki ne kıldığı namazda hayır ne yaptığı dedikoduda şer aranır. Çünkü o isteğini belirli bir niyete bağlamamış bilinçsiz bir mahlûktur. Böyle bir mahlûk elbette "Sağırdır kördür ve dilsizdir." Tırnak içine derc ettiğim sözler Kelâm-ı Kadim'in sahibi Hakk Teâlâ'ya aittir.
Kardeşim;
(...)