Sanayi devriminden bu yana "çalışma hayatı" gündelik hayatımızda işgal ettiği yer açısından önemli bir konuma gelmiş bulunuyor. Hatta öyle ki aile hayatı iş hayatı sosyal zaman gibi söylemleri sıklıkla kullanıyoruz. Bu durum gösteriyor ki; insan köylerden kasabalara kasabalardan kentlere kentlerden ise kurumlara terfi etti. Şimdilerde; kimimiz ailemizle ve arkadaşlarımızla geçirdiğimiz zamandan daha fazla zamanı "işimizle" geçiriyoruz. Hal böyle olunca; çalıştığımız kurum kurumdaki yöneticiler astlarımız ve iş arkadaşlarımız da hayatımızın önemli parçaları haline geldi geliyor gelmeye devam edecekler. Gündelik etkileşimlerimiz çalıştığımız yerlerde hayat bulurken doğamıza ait olan "elseverlik" bir diğer deyişle yardımlaşmak fedakârlıkta bulunmak gibi huylarımızı da iş hayatımıza taşımaya başladık. Davranışlarımızı pek tabi ki sergilendikleri ortamdan bağımsız düşünemezdik ve baktık ki iyi asker sendromuna yakalanmış örgütsel vatandaşlar gerek fazladan çalışarak gerek kendi iş tanımlarında olan görevlerin üzerine eklenecek fazladan görevleri kabul ederek ancak karşılığında ödüller almadıkları gibi yarattıkları beklentiler neticesinde hezeyanlara uğrayarak çalışır oldular! Onların sesini duyurmak için literatüre dönerek araştırmalarıma başladım ve fark ettim ki; örgütsel vatandaşlık davranışları gösteren çalışanlar kurumları için fedakârlıklar yapan ve çok kazandıran çalışanlardı. Peki o iyi vatandaşlar ne gibi durumlarla karşılaşıyorlardı?