Evsiz barksız kalmış kara paltolu kasketli adamların gölge olup gizlendiği çayhaneler; yazgısına boyun eğip her gece ölüleri aydınlatan fenerci; yangın yeri Suriçi'nde camgüzeline sarılarak hayatta kalan Meryem; zulümden kaçıp şemse aya yıldızlara sığınan Ezidiler... Beton yığını İstanbul'u saran umarsız güvercin ağrısı ve Şeytan Dağları'nın Karacehennem Ormanları'nın ortasında hayallerin özlemlerin renkli disko topu etrafında döndüğü Büyük Umutlar Müzikholü... Hepsi de büyük bir kentte gökdelenlerin arkasına saklanıp tan kızıllığında ortaya çıkan sıska kısa boylu bir sancaktarın taşıdığı haberlerle yüklü sarı defterlerin içinde var oldular...
M. Sait Taşkıran'ın ilk öykü kitabı Yıldızlı Gece'de doğanın hükmüne zemheriye boyun eğerek yaşama tutunmaya çalışan insanların varoluş evrenine tanık olmuştuk. Büyük Umutlar Müzikholü'nde ise hem geçmişin silinmeyen izlerinden kurtulmaya çalışan hem de yaşamakta olduğumuz toplumsal dönüşümlerin ortasında benlik arayışında olan bireylere tanık oluyoruz.
İlk kitabındaki öykülerde de olduğu gibi M. Sait Taşkıran aslında yaşamdan kesitler sunuyor okura. Durağan olmayan bir yaşama tanık olup bu sonsuz akışın içinde var olan hayatları paranteze alıp kendi anlatım biçimiyle dile getiriyor. Karmaşık olmayan yaşamın içinde kendiliğinden yer alan yalın imgelerle öykülerini kurguluyor.
Büyük Umutlar Müzikholü birbirine benzemeyen karakterleri farklı yerlerde geçen öyküleri gerçeği ıskalamayan büyülü atmosferiyle mekânsız yersiz yurtsuz kentli yalnızlığın ötesinde okura nefes aldıran bir kitap...
"Yerinden kalkmayan bir ben olmuştum. Zaten beni unutmuşlardı. Köşedeki masamda onları izliyordum. Tufan bağlamanın tellerine öyle hızlı vuruyordu ki teller birazdan kopacak gibi titreşiyordu. Rengi hâlâ kıpkırmızı olan ve cayır cayır yanan sobanın çevresindeki halay halkasında Canan Patroniçe Ayça Sinem Nebahat İkbal ve İzmirli Yeliz erkelerle birlikte dönüp duruyordu. Halayın sonuna kısa boylu genç komi de katılmıştı. Büyük Umutlar Müzikholü uzay boşluğunda renkli bir gezegen ortada yanan soba da gezegeni ısıtan küçük bir güneş gibi görünmeye başlamıştı gözlerime. Tavandaki disko topu galakside yanıp sönen yıldızlar gibi etrafa parlak ışıklar saçıyordu. Kendimi onların yörüngesine kapılmış bir astronot gibi hissediyordum. Renkli gezegeni uzayın boşluğundan salınarak izleyen bir astronot olup giderek genişleyen evrenin çekimine kapılıyor bütün kontrolümü kaybedip boşlukta savruluyordum..."