Toplumumuzun Tanzimat'tan bu yana geçirmekte olduğu sosyo-kültürel değişimin "zorunluluğu" temasını işleyenler nedense bu değişimin kaba taklit seviyesinde kalan ve çoğu zaman trajik ve bazen de komik görünümler arz eden "şekli" üzerinde pek durmazlar. Sarsılmaz bir özgüven duygusuna sahip bir toplum nasıl oldu da kendi değerlerinden şüphe eder bir duruma getirildi? İlmi siyasi kültürel sosyal kısacası topyekün dini karakteri hangi birikmiş zaaflarından dolayı çağının belki de zorunlu değişmelerini kendi kimliğinde bir erozyona dönüştürdü? Ve toplumumuz bu çöküntünün ardından koruyabildiği son iyi şeylerle geleceğin muhtemel ve köklü kültür değişimleri karşısında hazırlıklı mıdır? Yoksa Tanzimat'la gelen ve bugüne kadar pekiştirilmek istenen zihni yaklaşımların oluşturduğu hastalık bünyemizi zayıf düşürmeye devam edecek mi?
Böyle bir problematik içinde kaleme aldığı yazılarıyla tanınan Erol Özbilgen içerden bir bakışla yakın geçmişimize ve geleceğimize bakmayı deniyor. Bu yazılarda tıpkı kendi küllerinden yeniden doğan efsanevi kuş gibi asil mağlubiyetinden muzaffer bir gelecek inşa etmeyi hala başarabilecek olan toplumumuzun mahrem macerasını okuyacaksınız.