"Yara beyanı" olarak da okunabilecek "Gece" romanı daha başında okuru "ölü beden" ile "canlı bir beden"in hikâyesi üzerinden gerçeküstü bir mecra dolayımıyla Sofokles'in ünlü Antigone tragedyasına kadar götürüyor. Ama sonrasında "çıplak gerçekleri" okurun yüzüne "şak" diye vurarak belki bir "yüzleşme" ihtimalini murat ediyor. Ulus-devletler kendi ölülerini kutsayıp ölümü ulusal kimlik inşasının ayrılmaz bir parçası olarak kurarken "ötekilerin" ölü bedenlerinin "anlam ve değere" dönüşmesini engellemek için onları sembolik ve politik olarak da öldürmek ister. Buölüleri mezardan yakınlarını da yastan mahrum bırakma "insanlıktan çıkarmadır." Benjamin'in "Yenildiklerinde ölüler bile düşmanının öfkesinden kurtulmayacaktır" cümlesi dini teamüllerin bile hiçe sayıldığı bir histeriyi anlamamızı kolaylaştırır.
...Kaldırıp usulca cesedin sırtını bir ağacın ince gövdesine yasladı. Cesedin boynu yana devrildi sonra sol omzunun üstüne düştü. Bir dünyayı bir ince ağacın gövdesine nasıl yaslarsın. Bir ince dal bir dünyayı nasıl taşısın...
Çakmağını çıkardı yaktı çakmağın alevi yüzünün çizgilerini geceye gösterdi. Gözlerini kapattı ve yüzünü cesede çevirdi. Gözlerini açtı. Elindeki çakmakla beraber cesedin yüzüne doğru eğildi. Çakmağı çaktı. Cesedin yüzü aydınlandı. Vah canım uyuyor. Çok yorulmuş. Çakmağın ışığını alnından boynuna kadar hızla indirdi. Boynundaki gül dövmesinin üzerinde durdu. Biliyorum sen demiyorsun ama yüzünden belli hala acı çekiyorsun. İşte buna dayanamıyorum çocuk. Bu kahredici bu yıkıcı. Her şeye dayanırım da bir ölünün acı çekmesine dayanamam... Cesedin bir kolu gövdesinin altında kalmıştı. Yavaşça omuzlarını tuttu kaldırdı kolunu çıkardı yanına uzattı...
"Bak üzülme çocuk! Seni de diğer misafirlerim gibi yıkayacağım bir fatiha ile beraber gömeceğim." Gözü yine ölünün sol omzundaki gül dövmesine takıldı düşünceli uzun uzun baktı. Peki ölünün omzundaki "gül" dövmesi bize neyi anlatıyor?
İzmir'deki sevgiliyi...