Hande Baba'nın salt içinde yer aldığı kitaba özgüymüş gibi duran türdeş öykülerinde gece olunca hayalleriyle hayalete dönüşen insanların gözden uzak yaşama alanlarına sığınma arayışlarının izlekleri su yüzüne çıkıyor. Yaşadığı topluma yabancılaşmış bu insanların kaplumbağa misali içine gizlendikleri kabuk kimi zaman bir korunak kimi zaman da ağır bir yük. Kendisine biçilen rolü değil bizzat kendisinin iradî tercihi doğrultusunda bir var oluşu gerçekleştiren korkularından kurtulmuş zihinsel ve duygusal bakımdan gelişmiş doğadan haz alan kadınlar var bu öykülerde. Belki burada tek tek kişileri aşan bir benlikten söz etmek gerek. Onlara toplumun öteki beni demek daha doğru olur. Bu ortak ben sahip olduğu insanlık bilincinin aşındırılmasına razı olmuyor.
Özenle seçilmiş sözcükler ve derinlikli ruhsal tahlillerde geçmişle bugün arasında gezinirken geniş zamandaki sevginin değişik görünümleriyle göz göze geliyoruz. O an "yaşamak sevmektir" derken buluveriyoruz kendimizi.
Nezihe ALTUĞ