Sevâkıb-ı Menâkıb Hemedanlı Abdülvahap Dede tarafından Farsça olarak kaleme alınmış olup Aziz-i Uhrevi olarak tanınan Şem'i Efendi'nin tavsiyesiyle Mesnevihan Derviş Mahmud tarafından Osmanlı Türkçesine tercüme edilmiştir. Tercümenin sahibi Derviş Mahmud 1575 yılında İstanbul'da Mevlevî icazeti ile hilafet almıştır. Bu tercümesinden haberdar olan Sultan III. Murad tarafından Konya'ya dönüp Mevlânâ asitanesinde kendisine dua ederek eseri tamamlaması sonra da İstanbul'a dönmesi istenmiştir. Derviş Mahmud Konya'da tercümeyi tamamlamış dokuz bölüm olarak hazırladığı çalışmasını hattata yazdırıp hikâyelere uygun 27 minyatürle süsletmiş Hazreti Mevlânâ'ya gönülden bağlı olan Sultan Murad'a takdim etmiştir. Bu nüsha Newyork Morgan Library'de bulunmaktadır.
Menâkıbnamelerin özellikle Mevlânâ Celaleddin Rumi hakkında yazılmış bugüne kadar anlatıla gelmiş menkıbelerin Mevlânâ ve torunlarının hangi düşüncelere kaynaklık ettikleri hangi düşünceleri savundukları toplumun onları hangi konularda örnek aldığını göstermesi bakımından önemi tartışılmazdır. Sevâkıb-ı Menâkıb adlı bu kaynak eser de içerisindeki bizzat müellifi tarafından çizdirilmiş 27 minyatürden zamanımıza kadar gelebilen 22 minyatürle Mevlânâ'nın örneklik ettiği konuları toplumun şekillenmesindeki rolünü ve özellikle XVI. yüzyılda Mevlânâ'nın algılanışını göstermesi bakımından büyük bir öneme sahiptir.
Sevâkıb-ı Menâkıb yalnız Mevlânâ Hazretleri ile ilgili değil babası Âlimler Sultanı Bahaeddin Veled Seyyid Burhaneddin Muhakkik Tebrizli Şems kendi zamanında ve kendisinden sonra Mevlevîliğin başına geçen kimselerle o devrin idarecilerinden bazıları hakkında da bilgiler veren güvenilir bir kaynak eserdir. Ayrıca son devir Selçuklularına ve Cengiz Han'ın bazı kumandanlarının davranışlarına dair bilgiler de ihtiva etmektedir.
Mevlânâ ve çevresinin tutum ve davranışlarını onların şahsında güzel ahlâkın örneklerini hakikat yolunun inceliklerini göstermesi bakımından da eşsiz olan bu eseri kendilerini medeniyet dünyamızın birbirinden güzel eserlerini gün ışığına çıkarmaya adamış Hüseyin Ayan ve Gönül Ayan'a borçluyuz.